Perşembe, Nisan 19, 2012
Salı, Nisan 17, 2012
Bütün İyiler Cennete Gider, Mr.Elwood da...
“Bütün
İyiler Cennete Gider” 1989 yapımı bir animasyon filmi. Film, iki köpek, Charlie
B. Barkin ve onun sadık en iyi arkadaşı Kaşıntılı Itchiford’un hikayesini
anlatıyor. Charlie, her ne kadar cennetle ödüllendirilmiş olsa da, dünyaya geri
dönmenin daha eğlenceli olduğuna inanmış. Bir gün melek Cebrail' in borusu
aşağıya, dünyaya düşer ve Charlie onu geri getirme görevini alır. Bunun için
eski dostu Itchy, güzel İrlanda Seter'i Sasha ve David adında genç bir kaçakla
işbirliği yapacaktır. Film, dürüstlük, sadakat ve aşk hakkında önemli bir ders veriyor.
Anlayana tabii…
Kızımla
birlikte defalarca seyrettik. Birkez daha da seyredebilirim.
Şimdi bu
da nereden çıktı diyebilirsiniz. Söyleyeyim. Bugün bana köpekleri sevdiren,
sadakati ve köpeklerin sahiplerine duydukları sevgiyi kanıtlayan Mr.Elwood’un,
bu dünya üzerindeki hayatı son bulmuş. Öğrenince çok üzüldüm ama hayatın da bir
gerçeği var, değil mi? Sonsuza kadar yaşamanın sırrı henüz çözülemedi.
Eğer filmdeki gibi
bütün iyiler cennete gidiyorsa eminim Mr.Elwood da şimdiden cennetteki yerini
almış ve oradan bizlere o gülen yüzü ile bakmaya başlamıştır bile…
Sevgiyle
ve dostlukla,
Cuma, Nisan 13, 2012
Üstüme Gelmeyin Diyetteyim :)
Çok sevdiğim bir arkadaşım, Tunç Müstecaplıoğlu'na bloguma ilave ettiğim her yazıdan sonra sorarım keyifli mi, nasıl? Bugün o da bir yazısını paylaştı, taze taze. Okurken gülmekten öldüm. Çünkü o kadar doğru ki... Hepimiz bir dönem rejim yapmışızdır. Bu sahneler hiç yabancı değil. Aç insanın gerginliği ve tok insanın rehaveti :) Tunç'un izni ile yazısını sizlerle paylaşıyorum.
Keyifle...
" -
şef bu et kaç
gram?
-
Efenim doyurucu bir porsiyon olduğuna emin
olabilirsiniz
-
Doyup doymayacağıma müsaade ederseniz ben karar
vereyim, siz benim soruma cevap verin
kaç gram bu et diyorum?
-
200-250 gram arası değişir
-
Daha gramajından haberiniz yok sattığınız etin, pekiyi
kaç kaloriymiş bu?
-
Bakın onu bilmiyorum, ama et protein olduğundan vücudunuza
bir zararı olmaz ki..
-
Üstadım siz beslenme uzmanı mısınız yoksa basit bir
garson mu? Hangi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştunuz? Sorduklarıma cevap
istiyorum ben sizden, bu et kaç ka-lo-ri?
-
400 kaloriyi geçmese gerek, haklısınız bunu bilmemiz
lazımdı
-
Yanına haşlanmış sebze istiyorum, yağsız bir salata,
bir de limonlu soda, biraz da çabuk olun, 4 saattir bir şey yemiyorum zaten.
Yok ara öğün yokmuş, yok aç kalmadan vücut lesitin salgılamazmış falan filan..
Bırak futbol hakemlerini, yahu diyetisyenler bile aynı dili konuşmuyorlar bu memlekette
kardeşim. 4 saat bir şey yemeden nasıl duracağım ben, hala anlamış değilim.
Denemediğim, bir Vietnam diyeti kaldı zaten. Bir de gelirken kalem-kağıt getir,
yediklerimi yazıp diyetisyen hanımefendiye göstermem gerekiyormuş. Tövbe
tövbe..
-
İşte enfes bonfileniz, salatanız ve limonlu sodanız
geldi efendim.
-
Eti anladık da, şu yanındaki patates püresi ve pilav ne
oluyor?
-
Haşlanmış sebze kalmamış, o nedenle size tereyağlı
enfes garnitürlerimizden ikram etmek istedik
-
Yahu diyetteyim kardeşim, anlamıyor musunuz diyetteyim.
Yoksa ben bilmiyor muyum bunları söylemesini. Haşlanmış sebzeyi ineğe versen
yemez, ben de tok tutsun diye yiyorum zaten, işkence etmek için mi koydun sen
bunları etimin yanına ha?
-
Afedersiniz efendim, hemen alıyorum garnitürleri
tabağınızdan.
-
Bırak bırak kalsın, sen şimdi onları mutfağa götürene
kadar soğutacaksın yarım saattir hasretle beklediğim yemeğimi çekil.. Çekil
dedim de ben senden limonlu soda istemiştim, bu neyin nesi?
-
Limonlu soda
-
Fesupanallah, evladım bu limonlu gazoz, limonata gibi
bir şey.. Benim istediğim ise bildiğin soda, yani maden suyu, içine de
atacaksın bir dilim limon, bu kadar zor mu bunu anlaması şimdi?
-
Tamam, şimdi anladım, hemen değiştiriyorum beyefendi, bu
getirdiğime de limonlu soda deniyor da. Siz biraz gergin olunca ben de
şaşaladım sanırım..
-
Dur dur dur, bu salata sossuz olacak demiştim ben sana.
-
Siz yağsız dediniz efendim, bu içindeki ise bizim özel
sosumuz. Mayonez, hardal ve nar suyu karışımı.
-
Bana bak, kafandan aşağı geçiririm ben senin bu
muhteşem karışımını. Salatasını yağsız isteyen adama yapılır mı lan bu? Zaten
ben her lokantanın özel karışımlarını yiyerek bu hale gelmedim mi? Sana mı kaldı
yeşilliğimin içine sos koymak? Tamam haydi git, haydi..
15 dakika
sonra
-
Ooo efendim püre, salata ve pilava önce pek
kızmıştınız, ama bakıyorum tabağınızda hiçbirinden eser kalmamış.
-
Başlatma eserine de sana da şimdi. Tabağıma
koyduklarını mecburen yedim, ne yapayım. ‘Arkandan ağlar, günah, bunları
bulamayanlar da var’ sözleriyle büyüdük biz..
-
Efendim bu da müessesemizin ikramı olan dondurmalı irmik helvası
-
Hey Allahım ya.. Siz beni öldürecek misiniz, kim dedi
sana bana bedava tatlı ver diye, kim? Hem sen benim tatlı sipariş edecek param yok
mu sanıyorsun? Haydi, al şimdi helvanı başına şu masayı geçirmeden ve bana
şekersiz açık bir çay getir hemen.
-
Yanında tatlandırıcı ister miydiniz?
-
Yok yok kalsın, üç kuruşluk yapay şeker keyfimiz vardı,
onu da aldılar elimizden. Tavşanlarda denemişler, kısır mı oluyorlarmış yoksa
kanser mi ne.. Korkumdan onu da ağzıma süremez oldum.
-
Çok haklısınız efendim, ben de bir yazıda 3 beyazdan uzak
durulması gerektiğini okumuştum.
-
Sakın bana “bu 3 beyaz; Rus, Ukraynalı, Belarus’muş”
gibi espri yapmaya kalkma zaten sinirlerim tepemde.
-
Hayır efendim ben tuz, şeker ve unlu gıdaları
kastetmiştim.
-
Onu biliyoruz da, geriye ot ve sudan başka ne kalıyor
ki? ‘Ot vücuda iyi gelseydi inek bu hale gelir miydi, bak balina da o kadar
yüzmeye hala dombili gibi’. Soğuk şakalarımla alaşağı ederim ben seni.
-
Anlıyorum sizi, sanırım diyetten dolayı biraz
asabisiniz bu günlerde.
-
Kim asabi lan..Senin bu zevzek yorumların ve muhteşem
servisin öncesi pamuk gibi adamdım ben, ne asabiyeti? Vazgeçtim, bırak o dondurmalı
irmik helvası tabağını şuraya. Yarım saattir karşımda onunla dikilerek işkence
çektiriyorsun zaten bana? Koy şuraya koy, hem şuncacık şeyin kalorisinden ne
olur ki? Hımmm, annemin yaptığı kadar olmasa da bu da fena değilmiş.. Ohh be
biraz rahatladım bak şimdi, adın neydi senin?
11.04.2012"
Perşembe, Nisan 12, 2012
Antalya Koleji Uluslararası Koro Festivali'nde
Bu metin reklam kokar baştan söyleyeyim. Ne yapayım yani kızçem bu korodayken festivale biraz torpilli fotoğrafla başladım:)
Koro Festivali, uluslararası bir festival. Antalya Belediyesi sanatla yaşatalım şehrimizi diyor. Dün akşam festivalin açılışı vardı. Ülkemizdeki çoğu organizasyonda yaşadığımız organizasyon ve hitap/sunum karışıklıkları dün akşam da yaşandı. 11 koro yarışıyor. Antalya'dan İsmail Baha Sürelsan Konservatuarı Çok Sesli Korosu açılışı yaptı. Sonrasında 2şer parça ile sahne alan korolardan küçük gözlemlerimi paylaşmak istiyorum:
* Ankara'dan katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Çocuk Korosu, şefleri Ahter DESTAN'ın otoriter havası kapsamında tertemiz bir seslendirme yaptı. 2.parçaları fransızcaydı. Koronun ön sırasının tam ortasındaki minnoşu video'ya alıp şu an sizlerle paylaşmak isterdim ama alamadım. Bir cimcime tanımı yapılsa yazıya gerek yok. Fotoğrafını koysunlar yeter:))
* Marmara Üniversitesi korosu öncelikle kostüm sebebiyle büyük bir hayal kırıklığıydı. Defile mi koro konseri mi belli olmadığı gibi entonasyon da zayıftı.... Malatya'dan katılan İnönü Üniversitesi korosu daha başarılıydı. Enstrümanlarla desteklenen keyifli 2 popüler eser seslendirdiler. Burada da Şef Zeynep Kaya'nın görsel olarak koronun önüne çıkması yoruma açık bir konu ...
* “Tarnovgrad” Bayan Korosu, Bulgaristan'dan katılıyordu. Şefleri Maria Pavlova başta, tüm koro süperdi. Zevk alarak şarkı söylemek budur dedirttiler. Yine Bulgaristan'dan gelen “Zlatna Lira” Bayan Korosu da şarkıları ile büyük beğeni ve sempati topladılar. Kostümlere kadın eli değmiş. Yerimden kalkıp bazı koristleri öpesim geldi :) ...
* Favorim, Slovenyadan katılan ve değişik konseptleri ile dikkat çeken “Akademski Pevski Zbor Maribor” korosu oldu. Kostümler de, koristler de, gösterileri de çok güzeldi.
* Gelelim bizimkilere... bir kere güzel söylediler onu es geçmeyelim. Daha 4-5 gün önceki provalarında bile Barış öğretmeni çıldırmakla meşgul olan bizim minikler, bir konser performansı sergilediler ki sormayın. Gerçi söyledikleri 2. eserin düzenlemesini de beğenmedim ama mevcudu güzel ifade ettiler... Geçtiğimiz sene Selanik'te bir koro festivaline katılmışlardı. Sanki daha iyilerdi diye kalmış aklımada ama bizim çocuklarımız bizi mahçup etmeyecektir. Bakalım yarışma parçalarında ne yapacaklar. Aynı performansla devam ederlerse çok mutlu oluruz.
Bu arada merak edenlere, Festivalin konserleri ücretsiz.
Bu arada merak edenlere, Festivalin konserleri ücretsiz.
Keyifli anlar yaşamak için kaçırmayın derim.
12.04.2012PERŞEMBE (Bugün)
19.00 :FESTİVAL KONSERLERİ / AKM- Perge
- “Zlatna Lira” Bayan Korosu- Targovişte / Bulgaristan Şef: Iliana IVANOVA
- Koro “Dominanta”, Cracov Ekonomi Üniversitesi, Polonya Şef: Malgorzata Langer-Król
- Koro “Akademski Pevski Zbor Maribor”, Maribor, Slovenya Şef: Zsuzsa Budavari NOVAK
- Karma Koro “Slaviansko Edinstvo’’, Gorna Oriahovitsa, Bulgaristan/Şef: Donka KOPRINKOVA
- İnönü Üniversitesi Gençlik Korosu, Malatya, Türkiye Şef: Dr. Zeynep Kaya
13.04.2012 CUMA
13:30 :YARIŞMA / AKM - Perge
20.00 :FESTİVAL KONSERLERİ / YENİ MAHALLE KÜLTÜR MERKEZİ
- Antalya Koleji Çocuk Korosu, Antalya/ Türkiye Şef: N.Barış ÖZGÜLER
- “Tarnovgrad” Bayan Korosu, Veliko Tarnovo/ Bulgaristan Şef: MARIA PAVLOVA
- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Çocuk Korosu, Ankara/ Türkiye Şef:Doç. Dr. Ahter DESTAN
- Koro “Anche Musica”,Ploesti / Romanya Şef: Amalia SECRETIANU
- Marmara Ünv. Korosu-İstanbul/Türkiye Şef: Yar.Doç.Dr. Bülent HALVAŞİ
14.04.2012 Cumartesi
20.00 :Kapanış Seremonisi ve Ödül Töreni
Meral Okay ve değerli insanlar...
Gidenlerin ardından...
Gazetede okudum.
Meral Okay’la Beynelmilel filminde çalışan ve dostu olan Sırrı
Süreyya Önder Meral Okay’ın ölüm haberinin ardından Okay’ı şu sözlerle
anlattı.
“Bilenler, tanıyanlar için, ya da hayatına bir kez dokunduğu insanlar
için unutulması mümkün olmayan insanlar sınıfındaydı. Meral, vefanın bir
diğer adıydı. Kendisini kanıtlayan, ürettikleri konuşulan isimlerden
birisiydi. Emeğin tarumar edildiği bir pazarda, ne kendi emeğini ne de
başkalarının emeğini ucuz etmeyen, heba etmeyen bir insandı. Her
toplumsal itirazın destekleyeni ya da yanında duranı olurdu. Ne diyelim,
mekanı cennet olsun."
Meral Okay, mal
varlığını İzmir Selçuk Şirince'deki Matematik Köyü'ne bağışlamış. İz bırakmak, varken gidişi düşünmek,...
Ayrılıklar üzüyor insanı. Hani burnunun direğinin sızlaması diye bir deyim vardır. O deyimi son 1-2 yılda çok iyi özümsedim. Çok sevdiğim bir arkadaşımın ani kaybı ile başlayan bir rüzgar sanki bu. Ara ara tamam artık desem de sanki anafor olmuş dönüp duruyor. Hiç kimse sevdiklerinden ayrılmak istemez. Ayrılık kendimiz için, ihtiyaç duyduğumuz için üzücüdür. kontrolümüz dışında olduğunda daha da üzücü olur. bu bir dost, bir gülen yüz, bir çift sıcak el, bir omuz olabilir... Meral Okay'ın gidişi, bu şehre geldiğimde kendimi güvende hissetmemi sağlayan Dr.Erdal Başaran'ın gidişi ile birlikte oldu. İnsanlar acı çekmesin yeter ki dedim. Aynı hisleri bir yıl önce babamı kaybettiğimizde de yaşamıştım. Yeter ki acı çekmesinler. Ben yüreğimin sızlamasıyla bir şekilde başederim. Zaten var mı alternatifi? Benim bildiğim yok. Yürekler sızlayacak, ayrılıklar yaşanacak ...
Bize düşen ayrılık zamanına kadar geçen süreyi iyi değerlendirmek, dünyanın hırsları arasında birbirimizi kırmamak... Öyle değil mi ya?
Huzurla...
Pazartesi, Nisan 09, 2012
Kültürlü Kalite Sempozyumu
Dün Akdeniz Üniversitesi'nin o güzel kampüsü içinde yer alan Atatürk Kültür Salonu'nda yapılan 2.Akdeniz Kalite Sempozyumu'ndaydım. Bir gün boyunca kalite ve kültürün, kurumsal gelişime olan etkisi konuşuldu. Sizi kalite konularıyla sıkmak istemiyorum da günün finalinden kısaca bahsetmek istiyorum.
Programa göre saat 16.15te Ahmet Şerif İzgören'in 45 dakikalık bir konuşması olacaktı. Sevgili memleketimde her zamanki gibi bir zaman problemi yaşandı ve saat 17:00de başlayabildi. O kadar sevecen ve saygılı bir insan ki Şerif Bey, prensiplerini ortaya koyduğu nezaketini algılayamayan dinleyicileri dahi güleryüzle uyarmakla yetindi. Prensiplerinin sebebini açıkladığında daha konuşmasının ilk dakikalarındaydı. Önceleri İzgören&Akın Eğitim Firması ile irtibatım olduğu için kitaplarına ve CD ortamında sunulan konuşmalarına aşina olmama rağmen ayrı bir saygı duydum kendisine. Birkaç genel kültür sorusu ile başladı. Özümüzü ne kadar tanıdığımızı ortaya koyan sorulardı. Birçok kişinin de bu konudaki zayıflığı ortaya çıkmış oldu. İtiraf etmek gerekirse ben de, dünyadaki ilk felsefe okulunu Aristo'nun kurmuş olduğunu bilmeme rağmen, yer konusunda yanıldığım için kendime kızanlardandım... Ben acaba daha ne yapabilirim şeklinde düşünedururken;...
Çıkışta sempozyuma birlikte katıldığım arkadaşımla sertifikalarımızı almak üzere bankoların önüne gittiğimizde neredeyse üzerimden insan ayıkladım desem yeridir. bir de benim gibi ufak tefek olunca bir baktım ki ezilip gitmişim. halbuki kendimce Şerif Bey'in konuşmasının coşturduğu insani duygularla saygı içinde "Kolay gelsin, benim adım şu sertifikamı alabilir miyim lütfen" derken masaya yapıştım birden...
Bizim insanımız bir konuyu dinliyormuş gibi yapıyor ama dinlemiyor ve dinlese de anlamıyor, anlasa da saygısızlık, kültürsüzlük o kadar ruhuna işlemiş ki uygulayamıyor. Bunu yazarken bile ayıp mı bu şekilde bir ifade kullanmam ya da çok mu pesimist bir yaklaşım diye düşünüyorum ama içimde çoook kuvvetli bir his Aziz Nesin'i hatırlatıyor. Nur içinde yatsın, son zamanlarında söylediği sözler hala kulağımda...
Az bile...
Programa göre saat 16.15te Ahmet Şerif İzgören'in 45 dakikalık bir konuşması olacaktı. Sevgili memleketimde her zamanki gibi bir zaman problemi yaşandı ve saat 17:00de başlayabildi. O kadar sevecen ve saygılı bir insan ki Şerif Bey, prensiplerini ortaya koyduğu nezaketini algılayamayan dinleyicileri dahi güleryüzle uyarmakla yetindi. Prensiplerinin sebebini açıkladığında daha konuşmasının ilk dakikalarındaydı. Önceleri İzgören&Akın Eğitim Firması ile irtibatım olduğu için kitaplarına ve CD ortamında sunulan konuşmalarına aşina olmama rağmen ayrı bir saygı duydum kendisine. Birkaç genel kültür sorusu ile başladı. Özümüzü ne kadar tanıdığımızı ortaya koyan sorulardı. Birçok kişinin de bu konudaki zayıflığı ortaya çıkmış oldu. İtiraf etmek gerekirse ben de, dünyadaki ilk felsefe okulunu Aristo'nun kurmuş olduğunu bilmeme rağmen, yer konusunda yanıldığım için kendime kızanlardandım... Ben acaba daha ne yapabilirim şeklinde düşünedururken;...
Çıkışta sempozyuma birlikte katıldığım arkadaşımla sertifikalarımızı almak üzere bankoların önüne gittiğimizde neredeyse üzerimden insan ayıkladım desem yeridir. bir de benim gibi ufak tefek olunca bir baktım ki ezilip gitmişim. halbuki kendimce Şerif Bey'in konuşmasının coşturduğu insani duygularla saygı içinde "Kolay gelsin, benim adım şu sertifikamı alabilir miyim lütfen" derken masaya yapıştım birden...
Bizim insanımız bir konuyu dinliyormuş gibi yapıyor ama dinlemiyor ve dinlese de anlamıyor, anlasa da saygısızlık, kültürsüzlük o kadar ruhuna işlemiş ki uygulayamıyor. Bunu yazarken bile ayıp mı bu şekilde bir ifade kullanmam ya da çok mu pesimist bir yaklaşım diye düşünüyorum ama içimde çoook kuvvetli bir his Aziz Nesin'i hatırlatıyor. Nur içinde yatsın, son zamanlarında söylediği sözler hala kulağımda...
Az bile...
Cuma, Nisan 06, 2012
Dünya Mirasları
Kültürel ve tarihi miraslarımızın gelecek
nesillere etkilerinin yanında ülkemizin ekonomik yapısında da katkılarının
yadsınamayacağı, özellikle biz Cruise Liman İşletmecilerinin büyük önem verdiği
bir konudur. Neden mi? Bu noktada sebep sonuç ilişkisine dikkat etmemiz
gerekiyor.…
Ülkemizin turizm
gelirlerinde, tarihi, doğal ve kültürel güzelliklerimizin payı malum, yabancı
turistlerin ülkemize hangi yollarla geldikleride malum. Hava ve deniz yolu ile
ülkemize gelen turistlerin milli gelire katkıları ise gözle görülür, değil mi?
Peki biz bu değerlere sahip çıkmakta ne kadar etkiniz? Onu bilmem ama bakın bu
konuda dünyada neler oluyor:
Yıl 1972, UNESCO "United
Nations Education, Science and Culture" (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim
ve Kültür) yıllık genel konferansında 175’ten fazla ülke, dünyanın kültürel ve
doğal varlıklardan oluşan listenin dünya mirasları olarak tanınıp gelecek
nesillere aktarılması amacı ile bir anlaşma imzalıyor. 21 ülke temsilcisinden
oluşan komite, belirledikleri kriterler doğrultusunda, 175 ülkenin korumayı
garanti ettikleri anıt ve sit alanı listelerinde aday gösterilen değerler
arasından seçim yapar ve listeyi oluşturur. Ayrıca komite, WHF'yi ("World
Heritage Fund" Türkçesi: Dünya Miras Fonu) yönlendirerek listedeki
değerlerin korunmasını sağlar.
Dünya miraslarının bir kısmı
listeden çıkarılmalarına yetecek kadar bozulur veya adaylık dosyasında
öngörülen önlemleri zamanında alamazlarsa listeden çıkarılabilirler. Listeden
çıkarılmaya aday olan miraslar ise tehlikedeki miras sayılır. Şu an tehlikedeki
dünya mirası sayısı 31. Ülkemizin seçilmiş korunma
noktaları Kapadokya, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
,İstanbul'daki Tarihi Yerler, Hattuşaş: Hitit Başkenti , Nemrut Dağı ,
Pamukkale ve Hierapolis Milli Parkı , Ksantos-Letoon , Safranbolu Şehri, Truva
(antik şehir) ve Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne). Halen değerlendirme
kapsamında aday olan 21 kültürel tarihi yerimiz daha var. Dünya kültürüne sahip
çıkmak için yeniden şehirler inşa ederken biz milletçe ne kadar bilinçli
yaklaşıyor ya da ne kadar koruyoruz değerlerimizi? Bu çalışmalardan kaç kişinin
haberi var? Para kazanma çarkı ya da hayat gailesi içinde dönüp dururken kaç
kişi çevresindeki doğal ve tarihi zenginliğin farkına varıyor. Farkına
varanların kaçı bunu umursuyor? Halbuki bir toplum, kültürüne, tarihine,
köklerine sahip çıktıkça, bağlı kaldıkça ilerleyebilir. Atasözlerimizi biliriz
bilmesine de uygulamaya gelince, kültürümüze sahip çıkmak bir yana birbirimizi
tanıyamaz hale geldiğimiz oluyor. Toplumun her kademesi birbirinin aynası,
yansımasıdır. Tepeden tırnağa silsile yolu ile sirayet eden bir yapıdır
bütünlük.
Tarihimize, kültürümüze ve
birbirimize sahip çıkalım. Başka dünya, başka Türkiye yok. Her topluluğun bir
bütün olarak başarılı olabileceğini unutmadan yaşanacak barış, mutluluk ve
başarı dolu günler dilerim.
Çarşamba, Nisan 04, 2012
Tiyatro Anadolu-DOYÇLAND
Devlet
Konservatuvarı bünyesinde faaliyet gösteren Anadolu Üniversitesi Tiyatro
Topluluğu TİYATRO ANADOLU, Almanya’ya
göçün 50. yılı kutlama etkinlikleri kapsamında Almanya’nın
Köln şehrinde dünya prömiyeri yapan “DOYÇLAND: Dünyanın
Rengi” adlı oyunu ile turneye çıkıyor.
Anadolu
Üniversitesi, uzaktan öğretim gören
Açıköğretim, İktisat ve İşletme Fakültesi öğrencilerini bu kez tiyatro
salonunda bir araya getirecek. Beliz GÜÇBİLMEZ’in yazdığı, Erol
İPEKLİ’nin yönetmenliğini üstlendiği oyunla TİYATRO ANADOLU, Anadolu Üniversitesi’nin Eskişehir’de yarattığı
sanatsal ortamı Anadolu’nun farklı şehirlerindeki Açıköğretim öğrencilerine taşıyacak.
“DOYÇLAND: Dünyanın Rengi” Antalya ve Konya’da,
Devlet Tiyatrolarının sahnelerinde seyirci önüne çıkacak.
Erdinç Anaz’ın koreografisini, Oktay Köseoğlu’nun
müzik direktörlüğünü , Ersen Tunççekiç’in ışık tasarımını, Aylin Aydoğdu’nun ise kostüm ve dekor
tasarımını gerçekleştirdiği oyunda; Arif Pişkin, Atilla Savumlu, Ediz Akşehir,
Berk Kırlak, Aylin Aydoğdu, Nazan Yerli, Ezgi Uzşen, Arzu Turan ve Simten
Demirkol rol alıyor.
Oyunun Öyküsü:
Hâlihazırda
Almanya'da yaşayan Türklerden oluşturulacak bir grupla bir türkü gecesi
düzenlenecektir. Topluluğa katılmak için her biri ayrı nedenlerle ve farklı
altyapılardan gelen bu kişiler, türküler aracılığıyla geçmiş ve gelecek
arasında yeni bir serüvene adım atarlar. Hem aralarındaki ilişkilerle hem de kendi
kişisel hikayeleri ile; yabancı olmak, göçmen olmak, yurtsuz olmak, yerini
bulamamak gibi kavramlar üzerine kurulu hayatlarından kesitler sunarlar. “Kendi
türkülerini” bizlerle paylaşırlar.
“DOYÇLAND:
Dünyanın Rengi” 8
Nisan 2012 Pazar Antalya’da, 9 Nisan 2012 Pazartesi Konya’da ücretsiz olarak
sergilenecek. Davetiyeler illerdeki Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi
Bürolarından temin edilebilecek.
Program:
Antalya
8
Nisan 2012- Pazar Saat: 20.00
Antalya
Devlet Tiyatrosu (Haşim İşcan Kültür Merkezi)
Salı, Nisan 03, 2012
I ROBOT yakında Antalya'da ...
İstanbul Ideal Homex Fuarı standımıza mutlaka uğrayın.
Pek yakında Antalya'da....
Pazartesi, Nisan 02, 2012
BALANS
Şirketimizin aylık olarak çıkarttığı bültenin ilk editör yazısını paylaşmak istiyorum bu kez. İkinci sayı pek yakında :)
"Merhaba
Hayatınızda defalarca hissetmişsinizdir. Bir işin
başlangıcı çok önemlidir. Hatta nasıl başlarsan öyle gider de denir ki o da
doğrudur….
Velhasıl başlangıçlar önemli diyerek köşemin adını
sabitlemek için düşündüm ve limancılıktan, kaliteye, finanstan hayatın
kendisine kadar her noktada aslında gizli özne gibi saklanmış kelime bir anda
aklıma geldi : «BALANS»
Neden BALANS? Denizin ve denizciliğin simgesi limanlar, bir
ülkenin dışa açılan kapısıdır. Yani bir nevi deniz ile kara arasındaki balansı
sağlayan limanlardır. Tampon görevini üstlenmişlerdir. Bir yandan deniz
insanlarını, bir yandan kara insanlarını mutlu etmektir misyonunun özü. Yani
dengeyi sağlamak… Kalite, iş güvenliği ve çevre konularında bir üçgen var.
Yasa, yönetim ve saha üçgeni. Eğer bunlar arasındaki dengeyi üçlü terazinin
kefesini aynı hizada tutacak şekilde yürütebiliyorsanız işinizi, işte o noktada
balansı tutturdunuz demektir. Kurumsal iletişim konusuna geldiğimizde ise
içimizde ve dışarıda olanları, şirket çıkarlarına uygun şekilde idare
edebilmek, içi seni dışı beni yakarken bazen, dengeyi koruyabilmek de çok
önemlidir. Yani yine BALANS.
Yani hayatın kendisi bir denge işi değil midir. Her yol bir
Roma’ya, bir de Balans’a çıkıyor anlaşılan. Önemli olan bir yerde balans ayarı
yaparken, başka yerde ayarları bozmamak. Tıpkı sözlüklerde geçtiği gibi,
hareketli cismin düzgün hareketini sağlama işini başarıyla gerçekleştirebilmek.
Limancılık da öyle değil midir? Dengeleri sağlam kurmak ve sürdürmek… Kendi
içimize dönüp de hani herkesin köşe bucak kaçıp, bazılarının angarya olarak
nitelendirdiği SEÇ-K (Sağlık Emniyet, Çevre-Kalite) konusunu Metabolik
Balans kavramı ile paralel bulduğum için, kısaca o konuyu aktarmak
istiyorum. Kıssadan hisse çıkartma işini ise tamamen size bırakıyorum.
Metabolik Balans, insan vücudunda dengeyi sağlayan, bir
“kişiye özel dengeli beslenme programıdır.” Metabolik Balans’ın temeli kişiye
özel bir beslenme planı hazırlanmasıdır. Bu plan, kişinin güncel laboratuar
tahlilleri ve sağlık durumunun gözden geçirilmesi sonunda hazırlanır.
Metabolik Balans, tatsız tuzsuz, yağsız, light veya iştah
kesici yapay yiyeceklerle mideyi doldurup zayıflatan, sürdürülmesi zor bir
beslenme programı değil; ideal ölçülerde, vücudun ihtiyacı olan gıdaların en
doğal halleriyle, en lezzetli şekilde hazırlanıp tüketilmesini sağlayan ve ömür
boyu zevkle sürdürülebilir bir sağlıklı beslenme biçimidir.
Bir diyet, balık yemek ise; Metabolik Balans balık
tutmayı, lezzetli bir şekilde pişirip sağlıklı bir şekilde yemeyi öğrenmektir.
Balansınız hiç bozulmasın, pruvanız neta olsun …"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)