Salı, Nisan 17, 2012

Bütün İyiler Cennete Gider, Mr.Elwood da...


“Bütün İyiler Cennete Gider” 1989 yapımı bir animasyon filmi. Film, iki köpek, Charlie B. Barkin ve onun sadık en iyi arkadaşı Kaşıntılı Itchiford’un hikayesini anlatıyor. Charlie, her ne kadar cennetle ödüllendirilmiş olsa da, dünyaya geri dönmenin daha eğlenceli olduğuna inanmış. Bir gün melek Cebrail' in borusu aşağıya, dünyaya düşer ve Charlie onu geri getirme görevini alır. Bunun için eski dostu Itchy, güzel İrlanda Seter'i Sasha ve David adında genç bir kaçakla işbirliği yapacaktır. Film, dürüstlük, sadakat ve aşk hakkında önemli bir ders veriyor. Anlayana tabii…
Kızımla birlikte defalarca seyrettik. Birkez daha da seyredebilirim.

Şimdi bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Söyleyeyim. Bugün bana köpekleri sevdiren, sadakati ve köpeklerin sahiplerine duydukları sevgiyi kanıtlayan Mr.Elwood’un, bu dünya üzerindeki hayatı son bulmuş. Öğrenince çok üzüldüm ama hayatın da bir gerçeği var, değil mi? Sonsuza kadar yaşamanın sırrı henüz çözülemedi. 

Eğer filmdeki gibi bütün iyiler cennete gidiyorsa eminim Mr.Elwood da şimdiden cennetteki yerini almış ve oradan bizlere o gülen yüzü ile bakmaya başlamıştır bile…

Sevgiyle ve dostlukla,

Cuma, Nisan 13, 2012

Üstüme Gelmeyin Diyetteyim :)


Çok sevdiğim bir arkadaşım, Tunç Müstecaplıoğlu'na bloguma ilave ettiğim her yazıdan sonra sorarım keyifli mi, nasıl? Bugün o da bir yazısını paylaştı, taze taze. Okurken gülmekten öldüm. Çünkü o kadar doğru ki... Hepimiz bir dönem rejim yapmışızdır. Bu sahneler hiç yabancı değil. Aç insanın gerginliği ve tok insanın rehaveti :) Tunç'un izni ile yazısını sizlerle paylaşıyorum. 

Keyifle...
  
" -          şef  bu et kaç gram?
-          Efenim doyurucu bir porsiyon olduğuna emin olabilirsiniz
-          Doyup doymayacağıma müsaade ederseniz ben karar vereyim, siz benim soruma  cevap verin kaç gram bu et diyorum?
-          200-250 gram arası değişir
-          Daha gramajından haberiniz yok sattığınız etin, pekiyi kaç kaloriymiş bu?
-          Bakın onu bilmiyorum, ama et protein olduğundan vücudunuza bir zararı olmaz ki..
-          Üstadım siz beslenme uzmanı mısınız yoksa basit bir garson mu? Hangi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştunuz? Sorduklarıma cevap istiyorum ben sizden, bu et kaç ka-lo-ri?
-          400 kaloriyi geçmese gerek, haklısınız bunu bilmemiz lazımdı
-          Yanına haşlanmış sebze istiyorum, yağsız bir salata, bir de limonlu soda, biraz da çabuk olun, 4 saattir bir şey yemiyorum zaten. Yok ara öğün yokmuş, yok aç kalmadan vücut lesitin salgılamazmış falan filan.. Bırak futbol hakemlerini, yahu diyetisyenler bile aynı dili konuşmuyorlar bu memlekette kardeşim. 4 saat bir şey yemeden nasıl duracağım ben, hala anlamış değilim. Denemediğim, bir Vietnam diyeti kaldı zaten. Bir de gelirken kalem-kağıt getir, yediklerimi yazıp diyetisyen hanımefendiye göstermem gerekiyormuş. Tövbe tövbe..
-          İşte enfes bonfileniz, salatanız ve limonlu sodanız geldi efendim.
-          Eti anladık da, şu yanındaki patates püresi ve pilav ne oluyor?
-          Haşlanmış sebze kalmamış, o nedenle size tereyağlı enfes garnitürlerimizden ikram etmek istedik
-          Yahu diyetteyim kardeşim, anlamıyor musunuz diyetteyim. Yoksa ben bilmiyor muyum bunları söylemesini. Haşlanmış sebzeyi ineğe versen yemez, ben de tok tutsun diye yiyorum zaten, işkence etmek için mi koydun sen bunları etimin yanına ha?
-          Afedersiniz efendim, hemen alıyorum garnitürleri tabağınızdan.
-          Bırak bırak kalsın, sen şimdi onları mutfağa götürene kadar soğutacaksın yarım saattir hasretle beklediğim yemeğimi çekil.. Çekil dedim de ben senden limonlu soda istemiştim, bu neyin nesi?
-          Limonlu soda
-          Fesupanallah, evladım bu limonlu gazoz, limonata gibi bir şey.. Benim istediğim ise bildiğin soda, yani maden suyu, içine de atacaksın bir dilim limon, bu kadar zor mu bunu anlaması şimdi?
-          Tamam, şimdi anladım, hemen değiştiriyorum beyefendi, bu getirdiğime de limonlu soda deniyor da. Siz biraz gergin olunca ben de şaşaladım sanırım..
-          Dur dur dur, bu salata sossuz olacak demiştim ben sana.
-          Siz yağsız dediniz efendim, bu içindeki ise bizim özel sosumuz. Mayonez, hardal ve nar suyu karışımı.
-          Bana bak, kafandan aşağı geçiririm ben senin bu muhteşem karışımını. Salatasını yağsız isteyen adama yapılır mı lan bu? Zaten ben her lokantanın özel karışımlarını yiyerek bu hale gelmedim mi? Sana mı kaldı yeşilliğimin içine sos koymak? Tamam haydi git, haydi..

           15 dakika sonra

-          Ooo efendim püre, salata ve pilava önce pek kızmıştınız, ama bakıyorum tabağınızda hiçbirinden eser kalmamış.
-          Başlatma eserine de sana da şimdi. Tabağıma koyduklarını mecburen yedim, ne yapayım. ‘Arkandan ağlar, günah, bunları bulamayanlar da var’ sözleriyle büyüdük biz..
-          Efendim bu da müessesemizin ikramı olan  dondurmalı irmik helvası
-          Hey Allahım ya.. Siz beni öldürecek misiniz, kim dedi sana bana bedava tatlı ver diye, kim? Hem sen benim tatlı sipariş edecek param yok mu sanıyorsun? Haydi, al şimdi helvanı başına şu masayı geçirmeden ve bana şekersiz açık bir çay getir hemen.
-          Yanında tatlandırıcı ister miydiniz?
-          Yok yok kalsın, üç kuruşluk yapay şeker keyfimiz vardı, onu da aldılar elimizden. Tavşanlarda denemişler, kısır mı oluyorlarmış yoksa kanser mi ne.. Korkumdan onu da ağzıma süremez oldum.
-          Çok haklısınız efendim, ben de bir yazıda 3 beyazdan uzak durulması gerektiğini okumuştum.
-          Sakın bana “bu 3 beyaz; Rus, Ukraynalı, Belarus’muş” gibi espri yapmaya kalkma zaten sinirlerim tepemde.
-          Hayır efendim ben tuz, şeker ve unlu gıdaları kastetmiştim.
-          Onu biliyoruz da, geriye ot ve sudan başka ne kalıyor ki? ‘Ot vücuda iyi gelseydi inek bu hale gelir miydi, bak balina da o kadar yüzmeye hala dombili gibi’. Soğuk şakalarımla alaşağı ederim ben seni.
-          Anlıyorum sizi, sanırım diyetten dolayı biraz asabisiniz bu günlerde.
-          Kim asabi lan..Senin bu zevzek yorumların ve muhteşem servisin öncesi pamuk gibi adamdım ben, ne asabiyeti? Vazgeçtim, bırak o dondurmalı irmik helvası tabağını şuraya. Yarım saattir karşımda onunla dikilerek işkence çektiriyorsun zaten bana? Koy şuraya koy, hem şuncacık şeyin kalorisinden ne olur ki? Hımmm, annemin yaptığı kadar olmasa da bu da fena değilmiş.. Ohh be biraz rahatladım bak şimdi, adın neydi senin?
 
11.04.2012"


Perşembe, Nisan 12, 2012

Antalya Koleji Uluslararası Koro Festivali'nde


Bu metin reklam kokar baştan söyleyeyim. Ne yapayım yani kızçem bu korodayken festivale biraz torpilli fotoğrafla başladım:)
Koro Festivali, uluslararası bir festival. Antalya Belediyesi sanatla yaşatalım şehrimizi diyor. Dün akşam festivalin açılışı vardı. Ülkemizdeki çoğu organizasyonda yaşadığımız organizasyon ve hitap/sunum karışıklıkları dün akşam da yaşandı. 11 koro yarışıyor. Antalya'dan İsmail Baha Sürelsan Konservatuarı Çok Sesli Korosu açılışı yaptı. Sonrasında 2şer parça ile sahne alan korolardan küçük gözlemlerimi paylaşmak istiyorum:
* Ankara'dan katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Çocuk Korosu, şefleri Ahter DESTAN'ın otoriter havası kapsamında tertemiz bir seslendirme yaptı. 2.parçaları fransızcaydı. Koronun ön sırasının tam ortasındaki minnoşu video'ya alıp şu an sizlerle paylaşmak isterdim ama alamadım. Bir cimcime tanımı yapılsa yazıya gerek yok. Fotoğrafını koysunlar yeter:))
* Marmara Üniversitesi korosu öncelikle kostüm sebebiyle büyük bir hayal kırıklığıydı. Defile mi koro konseri mi belli olmadığı gibi entonasyon da zayıftı.... Malatya'dan katılan İnönü Üniversitesi korosu daha başarılıydı. Enstrümanlarla desteklenen keyifli 2 popüler eser seslendirdiler. Burada da Şef Zeynep Kaya'nın görsel olarak koronun önüne çıkması yoruma açık bir konu ...
* “Tarnovgrad” Bayan Korosu, Bulgaristan'dan katılıyordu. Şefleri Maria Pavlova başta, tüm koro süperdi. Zevk alarak şarkı söylemek budur dedirttiler. Yine Bulgaristan'dan gelen “Zlatna Lira” Bayan Korosu da şarkıları ile büyük beğeni ve sempati topladılar. Kostümlere kadın eli değmiş. Yerimden kalkıp bazı koristleri öpesim geldi :) ...
* Favorim, Slovenyadan katılan ve değişik konseptleri ile dikkat çeken “Akademski Pevski Zbor Maribor” korosu oldu. Kostümler de, koristler de, gösterileri de çok güzeldi.
* Gelelim bizimkilere... bir kere güzel söylediler onu es geçmeyelim. Daha 4-5 gün önceki provalarında bile Barış öğretmeni çıldırmakla meşgul olan bizim minikler, bir konser performansı sergilediler ki sormayın. Gerçi söyledikleri 2. eserin düzenlemesini de beğenmedim ama mevcudu güzel ifade ettiler... Geçtiğimiz sene Selanik'te bir koro festivaline katılmışlardı. Sanki daha iyilerdi diye kalmış aklımada ama bizim çocuklarımız bizi mahçup etmeyecektir. Bakalım yarışma parçalarında ne yapacaklar. Aynı performansla devam ederlerse çok mutlu oluruz. 

Bu arada merak edenlere, Festivalin konserleri ücretsiz.
Keyifli anlar yaşamak için kaçırmayın derim.

12.04.2012PERŞEMBE (Bugün)

19.00 :FESTİVAL KONSERLERİ / AKM- Perge
  • “Zlatna Lira” Bayan Korosu- Targovişte / Bulgaristan Şef: Iliana IVANOVA
  • Koro “Dominanta”, Cracov Ekonomi Üniversitesi, Polonya Şef: Malgorzata Langer-Król
  • Koro “Akademski Pevski Zbor Maribor”, Maribor, Slovenya Şef: Zsuzsa Budavari NOVAK
  • Karma Koro “Slaviansko Edinstvo’’, Gorna Oriahovitsa, Bulgaristan/Şef: Donka KOPRINKOVA
  • İnönü Üniversitesi Gençlik Korosu, Malatya, Türkiye Şef: Dr. Zeynep Kaya
13.04.2012 CUMA

13:30 :YARIŞMA / AKM - Perge
20.00 :FESTİVAL KONSERLERİ / YENİ MAHALLE KÜLTÜR MERKEZİ
  • Antalya Koleji Çocuk Korosu, Antalya/ Türkiye Şef: N.Barış ÖZGÜLER
  • “Tarnovgrad” Bayan Korosu, Veliko Tarnovo/ Bulgaristan Şef: MARIA PAVLOVA
  • T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Çocuk Korosu, Ankara/ Türkiye Şef:Doç. Dr. Ahter DESTAN
  • Koro “Anche Musica”,Ploesti / Romanya Şef: Amalia SECRETIANU  
  • Marmara Ünv. Korosu-İstanbul/Türkiye Şef: Yar.Doç.Dr. Bülent HALVAŞİ
14.04.2012 Cumartesi

20.00 :Kapanış Seremonisi ve Ödül Töreni

 

Meral Okay ve değerli insanlar...

Gidenlerin ardından...


Gazetede okudum.
Meral Okay’la Beynelmilel filminde çalışan ve dostu olan Sırrı Süreyya Önder Meral Okay’ın ölüm haberinin ardından Okay’ı şu sözlerle anlattı. “Bilenler, tanıyanlar için, ya da hayatına bir kez dokunduğu insanlar için unutulması mümkün olmayan insanlar sınıfındaydı. Meral, vefanın bir diğer adıydı. Kendisini kanıtlayan, ürettikleri konuşulan isimlerden birisiydi. Emeğin tarumar edildiği bir pazarda, ne kendi emeğini ne de başkalarının emeğini ucuz etmeyen, heba etmeyen bir insandı. Her toplumsal itirazın destekleyeni ya da yanında duranı olurdu. Ne diyelim, mekanı cennet olsun."

Meral Okay, mal varlığını İzmir Selçuk Şirince'deki Matematik Köyü'ne bağışlamış. İz bırakmak, varken gidişi düşünmek,...

Ayrılıklar üzüyor insanı. Hani burnunun direğinin sızlaması diye bir deyim vardır. O deyimi son 1-2 yılda çok iyi özümsedim. Çok sevdiğim bir arkadaşımın ani kaybı ile başlayan bir rüzgar sanki bu. Ara ara tamam artık desem de sanki anafor olmuş dönüp duruyor. Hiç kimse sevdiklerinden ayrılmak istemez. Ayrılık kendimiz için, ihtiyaç duyduğumuz için üzücüdür. kontrolümüz dışında olduğunda daha da üzücü olur. bu bir dost, bir gülen yüz, bir çift sıcak el, bir omuz olabilir... Meral Okay'ın gidişi, bu şehre geldiğimde kendimi güvende hissetmemi sağlayan Dr.Erdal Başaran'ın gidişi ile birlikte oldu. İnsanlar acı çekmesin yeter ki dedim. Aynı hisleri bir yıl önce babamı kaybettiğimizde de yaşamıştım. Yeter ki acı çekmesinler. Ben yüreğimin sızlamasıyla bir şekilde başederim. Zaten var mı alternatifi? Benim bildiğim yok. Yürekler sızlayacak, ayrılıklar yaşanacak ... 

Bize düşen ayrılık zamanına kadar geçen süreyi iyi değerlendirmek, dünyanın hırsları arasında birbirimizi kırmamak... Öyle değil mi ya?

Huzurla...    

Pazartesi, Nisan 09, 2012

Kültürlü Kalite Sempozyumu

Dün Akdeniz Üniversitesi'nin o güzel kampüsü içinde yer alan Atatürk Kültür Salonu'nda yapılan 2.Akdeniz Kalite Sempozyumu'ndaydım. Bir gün boyunca kalite ve kültürün, kurumsal gelişime olan etkisi konuşuldu. Sizi kalite konularıyla sıkmak istemiyorum da günün finalinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Programa göre saat 16.15te Ahmet Şerif İzgören'in 45 dakikalık bir konuşması olacaktı. Sevgili memleketimde her zamanki gibi bir zaman problemi yaşandı ve saat 17:00de başlayabildi. O kadar sevecen ve saygılı bir insan ki Şerif Bey, prensiplerini ortaya koyduğu nezaketini algılayamayan dinleyicileri dahi güleryüzle uyarmakla yetindi. Prensiplerinin sebebini açıkladığında daha konuşmasının ilk dakikalarındaydı. Önceleri İzgören&Akın Eğitim Firması ile irtibatım olduğu için kitaplarına ve CD ortamında sunulan konuşmalarına aşina olmama rağmen ayrı bir saygı duydum kendisine. Birkaç genel kültür sorusu ile başladı. Özümüzü ne kadar tanıdığımızı ortaya koyan sorulardı. Birçok kişinin de bu konudaki zayıflığı ortaya çıkmış oldu. İtiraf etmek gerekirse ben de, dünyadaki ilk felsefe okulunu Aristo'nun kurmuş olduğunu bilmeme rağmen, yer konusunda yanıldığım için kendime kızanlardandım... Ben acaba daha ne yapabilirim şeklinde düşünedururken;...

Çıkışta sempozyuma birlikte katıldığım arkadaşımla sertifikalarımızı almak üzere bankoların önüne gittiğimizde neredeyse üzerimden insan ayıkladım desem yeridir. bir de benim gibi ufak tefek olunca bir baktım ki ezilip gitmişim. halbuki kendimce Şerif Bey'in konuşmasının coşturduğu insani duygularla saygı içinde "Kolay gelsin, benim adım şu sertifikamı alabilir miyim lütfen" derken masaya yapıştım birden...

Bizim insanımız bir konuyu dinliyormuş gibi yapıyor ama dinlemiyor ve dinlese de anlamıyor, anlasa da saygısızlık, kültürsüzlük o kadar ruhuna işlemiş ki uygulayamıyor. Bunu yazarken bile ayıp mı bu şekilde bir ifade kullanmam ya da çok mu pesimist bir yaklaşım diye düşünüyorum ama içimde çoook kuvvetli bir his Aziz Nesin'i hatırlatıyor. Nur içinde yatsın, son zamanlarında söylediği sözler hala kulağımda...

Az bile...

      

Cuma, Nisan 06, 2012

Dünya Mirasları

Kültürel ve tarihi miraslarımızın gelecek nesillere etkilerinin yanında ülkemizin ekonomik yapısında da katkılarının yadsınamayacağı, özellikle biz Cruise Liman İşletmecilerinin büyük önem verdiği bir konudur. Neden mi? Bu noktada sebep sonuç ilişkisine dikkat etmemiz gerekiyor.…  
Ülkemizin turizm gelirlerinde, tarihi, doğal ve kültürel güzelliklerimizin payı malum, yabancı turistlerin ülkemize hangi yollarla geldikleride malum. Hava ve deniz yolu ile ülkemize gelen turistlerin milli gelire katkıları ise gözle görülür, değil mi? Peki biz bu değerlere sahip çıkmakta ne kadar etkiniz? Onu bilmem ama bakın bu konuda dünyada neler oluyor:

Yıl 1972, UNESCO "United Nations Education, Science and Culture" (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür) yıllık genel konferansında 175’ten fazla ülke, dünyanın kültürel ve doğal varlıklardan oluşan listenin dünya mirasları olarak tanınıp gelecek nesillere aktarılması amacı ile bir anlaşma imzalıyor. 21 ülke temsilcisinden oluşan komite, belirledikleri kriterler doğrultusunda, 175 ülkenin korumayı garanti ettikleri anıt ve sit alanı listelerinde aday gösterilen değerler arasından seçim yapar ve listeyi oluşturur. Ayrıca komite, WHF'yi ("World Heritage Fund" Türkçesi: Dünya Miras Fonu) yönlendirerek listedeki değerlerin korunmasını sağlar.
Dünya miraslarının bir kısmı listeden çıkarılmalarına yetecek kadar bozulur veya adaylık dosyasında öngörülen önlemleri zamanında alamazlarsa listeden çıkarılabilirler. Listeden çıkarılmaya aday olan miraslar ise tehlikedeki miras sayılır. Şu an tehlikedeki dünya mirası sayısı 31.  Ülkemizin seçilmiş korunma noktaları Kapadokya,  Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası ,İstanbul'daki Tarihi Yerler, Hattuşaş: Hitit Başkenti , Nemrut Dağı , Pamukkale ve Hierapolis Milli Parkı , Ksantos-Letoon , Safranbolu Şehri, Truva (antik şehir) ve Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne). Halen değerlendirme kapsamında aday olan 21 kültürel tarihi yerimiz daha var. Dünya kültürüne sahip çıkmak için yeniden şehirler inşa ederken biz milletçe ne kadar bilinçli yaklaşıyor ya da ne kadar koruyoruz değerlerimizi? Bu çalışmalardan kaç kişinin haberi var? Para kazanma çarkı ya da hayat gailesi içinde dönüp dururken kaç kişi çevresindeki doğal ve tarihi zenginliğin farkına varıyor. Farkına varanların kaçı bunu umursuyor? Halbuki bir toplum, kültürüne, tarihine, köklerine sahip çıktıkça, bağlı kaldıkça ilerleyebilir. Atasözlerimizi biliriz bilmesine de uygulamaya gelince, kültürümüze sahip çıkmak bir yana birbirimizi tanıyamaz hale geldiğimiz oluyor. Toplumun her kademesi birbirinin aynası, yansımasıdır. Tepeden tırnağa silsile yolu ile sirayet eden bir yapıdır bütünlük.

Tarihimize, kültürümüze ve birbirimize sahip çıkalım. Başka dünya, başka Türkiye yok. Her topluluğun bir bütün olarak başarılı olabileceğini unutmadan yaşanacak barış, mutluluk ve başarı dolu günler dilerim.

Çarşamba, Nisan 04, 2012

Tiyatro Anadolu-DOYÇLAND

Devlet Konservatuvarı bünyesinde faaliyet gösteren Anadolu Üniversitesi Tiyatro Topluluğu TİYATRO ANADOLU, Almanya’ya göçün 50. yılı kutlama etkinlikleri kapsamında Almanya’nın Köln şehrinde dünya prömiyeri yapan DOYÇLAND: Dünyanın Rengi” adlı oyunu ile turneye çıkıyor.
Anadolu Üniversitesi,  uzaktan öğretim gören Açıköğretim, İktisat ve İşletme Fakültesi öğrencilerini bu kez tiyatro salonunda bir araya getirecek. Beliz GÜÇBİLMEZ’in yazdığı, Erol İPEKLİ’nin yönetmenliğini üstlendiği oyunla TİYATRO ANADOLU, Anadolu Üniversitesi’nin Eskişehir’de yarattığı sanatsal ortamı Anadolu’nun farklı şehirlerindeki Açıköğretim öğrencilerine taşıyacak.  DOYÇLAND: Dünyanın Rengi” Antalya ve Konya’da, Devlet Tiyatrolarının sahnelerinde seyirci önüne çıkacak.
Erdinç Anaz’ın koreografisini, Oktay Köseoğlu’nun müzik direktörlüğünü , Ersen Tunççekiç’in ışık tasarımını,  Aylin Aydoğdu’nun ise kostüm ve dekor tasarımını gerçekleştirdiği oyunda; Arif Pişkin, Atilla Savumlu, Ediz Akşehir, Berk Kırlak, Aylin Aydoğdu, Nazan Yerli, Ezgi Uzşen, Arzu Turan ve Simten Demirkol rol alıyor.

Oyunun Öyküsü:
Hâlihazırda Almanya'da yaşayan Türklerden oluşturulacak bir grupla bir türkü gecesi düzenlenecektir. Topluluğa katılmak için her biri ayrı nedenlerle ve farklı altyapılardan gelen bu kişiler, türküler aracılığıyla geçmiş ve gelecek arasında yeni bir serüvene adım atarlar. Hem aralarındaki ilişkilerle hem de kendi kişisel hikayeleri ile; yabancı olmak, göçmen olmak, yurtsuz olmak, yerini bulamamak gibi kavramlar üzerine kurulu hayatlarından kesitler sunarlar. “Kendi türkülerini” bizlerle paylaşırlar.

“DOYÇLAND: Dünyanın Rengi”   8 Nisan 2012 Pazar Antalya’da, 9 Nisan 2012 Pazartesi Konya’da ücretsiz olarak sergilenecek. Davetiyeler illerdeki Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Bürolarından temin edilebilecek.

Program:
Antalya
8 Nisan 2012- Pazar          Saat: 20.00
Antalya  Devlet Tiyatrosu (Haşim İşcan Kültür Merkezi)

Salı, Nisan 03, 2012

Pazartesi, Nisan 02, 2012

BALANS


Şirketimizin aylık olarak çıkarttığı bültenin ilk editör yazısını paylaşmak istiyorum bu kez. İkinci sayı pek yakında :)


"Merhaba
Hayatınızda defalarca hissetmişsinizdir. Bir işin başlangıcı çok önemlidir. Hatta nasıl başlarsan öyle gider de denir ki o da doğrudur….

Velhasıl başlangıçlar önemli diyerek köşemin adını sabitlemek için düşündüm ve limancılıktan, kaliteye, finanstan hayatın kendisine kadar her noktada aslında gizli özne gibi saklanmış kelime bir anda aklıma geldi :  «BALANS»

Neden BALANS? Denizin ve denizciliğin simgesi limanlar, bir ülkenin dışa açılan kapısıdır. Yani bir nevi deniz ile kara arasındaki balansı sağlayan limanlardır. Tampon görevini üstlenmişlerdir. Bir yandan deniz insanlarını, bir yandan kara insanlarını mutlu etmektir misyonunun özü. Yani dengeyi sağlamak… Kalite, iş güvenliği ve çevre konularında bir üçgen var. Yasa, yönetim ve saha üçgeni. Eğer bunlar arasındaki dengeyi üçlü terazinin kefesini aynı hizada tutacak şekilde yürütebiliyorsanız işinizi, işte o noktada balansı tutturdunuz demektir. Kurumsal iletişim konusuna geldiğimizde ise içimizde ve dışarıda olanları, şirket çıkarlarına uygun şekilde idare edebilmek, içi seni dışı beni yakarken bazen, dengeyi koruyabilmek de çok önemlidir. Yani yine BALANS.

Yani hayatın kendisi bir denge işi değil midir. Her yol bir Roma’ya, bir de Balans’a çıkıyor anlaşılan. Önemli olan bir yerde balans ayarı yaparken, başka yerde ayarları bozmamak. Tıpkı sözlüklerde geçtiği gibi, hareketli cismin düzgün hareketini sağlama işini başarıyla gerçekleştirebilmek. Limancılık da öyle değil midir? Dengeleri sağlam kurmak ve sürdürmek… Kendi içimize dönüp de hani herkesin köşe bucak kaçıp, bazılarının angarya olarak nitelendirdiği SEÇ-K (Sağlık Emniyet, Çevre-Kalite) konusunu Metabolik Balans kavramı ile paralel bulduğum için, kısaca o konuyu aktarmak istiyorum. Kıssadan hisse çıkartma işini ise tamamen size bırakıyorum.

Metabolik Balans, insan vücudunda dengeyi sağlayan, bir “kişiye özel dengeli beslenme programıdır.” Metabolik Balans’ın temeli kişiye özel bir beslenme planı hazırlanmasıdır. Bu plan, kişinin güncel laboratuar tahlilleri ve sağlık durumunun gözden geçirilmesi sonunda hazırlanır.
Metabolik Balans, tatsız tuzsuz, yağsız, light veya iştah kesici yapay yiyeceklerle mideyi doldurup zayıflatan, sürdürülmesi zor bir beslenme programı değil; ideal ölçülerde, vücudun ihtiyacı olan gıdaların en doğal halleriyle, en lezzetli şekilde hazırlanıp tüketilmesini sağlayan ve ömür boyu zevkle sürdürülebilir bir sağlıklı beslenme biçimidir.

Bir diyet, balık yemek ise; Metabolik Balans balık tutmayı, lezzetli bir şekilde pişirip sağlıklı bir şekilde yemeyi öğrenmektir.

Balansınız hiç bozulmasın, pruvanız neta olsun …"