Cuma, Mart 30, 2012

ANTDOB'dan Batı Yakasının Hikayesi

İzlediniz mi bilmiyorum ama ANTDOB, iki sezondur Londra’dakinin yerini tutmasa da dolu salona hatta bir çok kez kapalı gişe halinde bir müzikal sahneliyor. Kapalı gişe üstüste temsiller ne demek. Hele ki bu kadro ve imkanlarla gayet iyi. Tepeden tırnağa bir çaba var eserde. Rolün büyüğü küçüğü olmaz derler bu doğru. büyük rol değil büyük oyuncu vardır derler. Bu da doğru. İzlediğiniz eser sayısı arttıkça, müzikle ya da genelleyelim sanata karşı bir bakış açısı edindiyseniz ve bir de sosyetik açıdan değil içtenlikle takip ediyorsanız o zaman rolü değil sanatçıyı takip edebiliyorsunuz. Mehmet Balkan, işini çok ciddi yapan bir rejisör. Kendini veriyor tamamıyla. 

Batı Yakasının Hikayesi'nin daha önce bir İstanbul denemesi fiyasko ile sonuçlanmış. Ben izlemedim o yüzden konu -mişli. Ama bir eseri yaşatanların seyirciler olduğunu da gözardı etmememiz lazım değil mi?
 
Temsillerle ilgili birkaç küçük not paylaşmak istiyorum. Öncelikle, temsile geldiğinizde hiçkimseden bir
Natalie Wood, George Chakiris ve  Richard Beymer olmasını beklemeyin. Ama sahneleyen sanatçılarımızın rollerine nasıl oturduklarını izlediğinizde farkedeceksiniz. Eseri izledikten sonra Pırıl'a özünde portoricolu olup olmadığını sormak geliyor içinden insanın...
 
Danslar başarılı, kavga sahneleri süper. Hatta zaman zaman birbirlerini sakatlamak pahasına dövüyorlar, bravo...

Hele okul müdürü bence hepsinden süper...
  Zaman zaman talihsizlikler de olmuyor değil. Güler misin ağlar mısın...
 
Bir sefer bakın ne oldu:

 
"Gino tony’i öldürecek. Silahı doğrulttu ses bekliyor ki ateş etsin. Ses yok Tony bekler ki öldürülsün, herkes birkaç saniye dondu...
İki el ses geldi silahtan “çıt” - “çıt”
:)) neyse oyuncak silah bile aşık  ve salak bir genci öldürmeye yetiyor.
Tony yere yığılıyor. Ardından "bam" - "bam" iki adet gürültü sesi,….

Sahne son derece dramatik ama durum bir o kadar komik. Hani bir de ben şefin karısıyım ya gülsem olmayacak gülmesem olmuyor…

Sinir de oldum bir yandan. Ortamın büyüsü altüst oldu.
"
 
İşte bir ışık-ses ilahi tragedyası
:)))))))))))))
 
Ama belirtmem gerekir ki, her zaman yürek hoplatan trompetçiler dahil orkestra tüfek gibi çalıyor.
Orkestra Şefi iyi galiba?:) Siz ne dersiniz?

Nisan ayında 2 kez daha sahnelenecek.

Şiddetle tavsiye ediyorum.. 

! Bilmek kaliteli yaşamaktır: Çok sahiplenmeden seveceksin

! Bilmek kaliteli yaşamaktır: Çok sahiplenmeden seveceksin: Çok sahiplenmeden seveceksin mesela. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hemde hep senin kalacakmış gibi...

Sabah bir yazı yazmak için blogumu açtığımda gördüm Can Yücel'e ilişkin bu satırları,
Nasıl da severim Can Yücel'i dolu dopdolu, doğru dosdoğru satırları...

Çalmadan edemedim sevgili blog sahibinden:)

"Bilmek kaliteli yaşamaktır"a buradan sevgilerimle ...

Çarşamba, Mart 28, 2012

BEKLEMEK VE UMMAK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ



Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya // Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar / Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya...

Bugün bazen rutin bazen de rutini aşan iş tempomun arasında bir iş arkadaşımla karşılaştığım bir durum hakkında yorum yaparken beklentilerimde yanılmadım ama umduğum bu değildi dedim. Orada bir tırnak içi kavram geldi gözümün önüne “beklemek ve ummak”. Bir an arada incecik bir çizgi farkettim. Oysa ki beklemek ve ummak eş anlamlı olarak geçebilen kelimelerdir. Karşı taraf beni yanıltmamış, beklediğim gibi davranmıştı. Ama umduğum şey farklı idi. Daha derin, daha düşünsel bir yorumdu umduğum ama onun gerçekleşmemesi de beni çok şaşırtmamıştı. Acaba dedim Türk Dil Kurumu ne der bu iki kelime hakkında. Beklemek için “bir iş oluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak”, “Karşılaşma ihtimali bulunmak” diyor. Ummak içinse “Bir şeyin olmasını istemek, beklemek” diyor. “Beklemek” biraz daha belirli bir durum, “ummak” biraz daha duygusal, düşünsel…

“Beklemek ve Ummak” aynı zamanda bir kitaba adını vermiş. Faruk Şüyün’un 2009 basımlı kitabına. Faruk Şüyün, “1988 yılından beri Dünya Gazetesi Sanat sayfası Editörlüğü’nü sürdürüyor ve ‘Odak’ başlıklı köşe yazıları yazıyor.” Beklemek ve Ummak’da yıllardır biriken yazılarından bir seçme yapmış. Seçmeyi yaparken bir kurgu da oluşturmuş, belirli bir ana tema ve o temaya bağlanan temaları oluşturan yazılarını biraraya getirmiş. Yazılarını tekrar elden geçirmiş, kesmiş, biçmiş, yenilemiş. Ana tema Beklemek ve Ummak, yani hayatın esası. Bekleyerek ve umarak hayata tahammül etmek... Beklerken sevgiyi, acıyı, umudu yaşıyoruz. Nermin Sayın’ın kitap kapağında belirtttiği gibi, “Faruk Şüyün; Sevdayla, Acıyla, Umutla, Beklerken geçtiği durakları paylaşmayı deniyor kitabında. Saf yalnızlığa inat.” 


Murathan Mungan ise farklı değerlendirmiş şiirinde her iki kelimeyi de peşpeşe kullanarak anlam güçlendirmiş… Sizinle onu da paylaşmak istiyorum ama ruhumda benliğimde iddia ediyorum ki, beklemek ve umudetmek  incecik bir çizgiyle de olsa birbirinden ayrılıyor. 

Sizce?




Cumartesi, Mart 17, 2012

Dokunuşlar ..

Bir cumartesi sabahı, saat erken ama çok da değil. Hayat başlamış sokaklarda, hissediliyor. Kuşlar doğayı uyandırmış, çalar saatler de insanları. Hoş çalar saatler artık yerini digital alarmlara bıraktı ya, neyse işte onlar da çalar saat... Bahçeye bakan mutfak penceremin önünde kahvemi yudumluyorum. Bahar geliyor onu farkediyorum. Bahçemizdeki güller minik minik yapraklar çıkartmaya başlamışlar. Bir yandan boncuk hanım (kendisi bizim kedi olur) bir o cama, bir o kapıya koşup bahçeye nereden çıkarım hesaplarında o kadar heyecanlı koşuyor ki arada patinaj bile yapıyor.. Hava güneyde beklenmedik kadar serin. Serin ve rüzgarlı ama soğuk değil. Güneş havayı ısıtıyor. İnsanları mutlu etmek için çabalıyor. Çabasını takdir edip onu üzmemek gerek.

Güne bugün Tanini'nin Dokunuşlar'ını dinleyerek başladım. Nasıl da rahatlatıyor insanı. Dokunuyor gerçekten insanın ruhuna. Tanini, Tahir Aydoğdu-Hakan A.Toker-Bilgin Canaz'dan oluşan bir trio. Tahir Aydoğdu kanun sanatçısı. Konuşturuyor denir ya gerçekten konuşturuyor kanunu ... Bilgin Canaz ney sanatçısı. En sevdiğim enstrümanlardan biridir. Bu kadar yumuşak çalmak ise denemedim ama her babayiğidin harcı değildir diye düşünüyorum. Hakan Ali Toker ise, Hoka'nın da deyimi ile uçuk kaçık, aşmış bir müzisyen. Bilkentte okuduğu zamanlardan bugününü tahmin edebileceğiniz bir konservatuar öğrencisi. Ne güzel yapmış da Türk Müziği konularında kendini yetiştirmiş. Size Dokunuşlar ' ı dinlemenizi özellikle tavsiye ediyorum. Dinlerken o kadar içine alıyor ki, gün ışığı ile birleştiğinde yüzünüzde mutlak gülümseme ile dışarıdaki hayatı izliyorsunuz. Bir yanda yaşadığımız ortamı güzelleştirmek için ama özünde ekmek parası için çalışanlar, bir yanda bisikleti ile dolaşan küçük bir çocuk, bir yanda uykusunu açıp da işine gitmek üzere arabasıyla hareket eden insanlar, bir yanda Dokunuşlar, bir yanda siz, bir yanda kelimeler...

Bundan güzeli olduğunu iddia eden varsa berigelsin.
Elinize sağlık Tanini, canına kuvvet doğa....

  

Cuma, Mart 16, 2012

FİL UÇUŞU: Bu yazı Verdana ile yazılmıştır!

FİL UÇUŞU: Bu yazı Verdana ile yazılmıştır!: Önemli not: Bu yazıyı gerçekten Verdana fontu ile yazdım. Ama blogdaki görüntü birliği bozulmasın diye yayınında Verdana kullanmadım. Böyl...

Yekta Bey'e bu güzel yazı için teşekkür ediyorum.

Çarşamba, Mart 14, 2012

14 Mart Tıp Bayramı






14 MART....
14 Mart 1827'de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle ilk cerrahhanenin, Şehzadebaşı'daki Tulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilir. Okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp Bayramı" olarak kutlanmaktadır.
İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart'ında işgal altındaki İstanbul'da gerçekleşmiştir. 
1976'dan beri sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart'ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılmakta ve bu hafta Tıp Haftası olarak kabul edilmektedir. Dünyada da benzer kutlamalar, farklı tarihlerde yapılıyor. Örneğin ABD'de ameliyatlarda genel anestezinin ilk defa kullanıldığı 30 Mart 1842 tarihinin yıldönümü; Hindistan'da ünlü doktor Bindhan Chandra Roy'un doğum (ve aynı zamanda ölüm) yıldönümü olan 1 Temmuz günü "Doktorlar Günü" olarak kutlanır.

Eeee diyebilirsiniz şimdi bu bilgileri heryerden bulabilirdik. Doğru. Ama konuya bir giriş yapmak istedim. Akademik yönü budur. Tıp haftası da kutlanır. Ancak doktorlarımızın gerçekten kıymeti bilinir mi? Türkiye'de idealist doktor kesiminin pek de kıymetli olmadığını camianın içindekiler çok iyi bilirler. Şartlar, dönem değişti. Artık hastalarından önce hayat mücadelesine konsantre olmaları gerekiyor hekimlerimizin... Halbuki öyle mi olmalı? Yorumsuz...

Dün akşam 1960'lardaki Tıp Fakülteleri ile şimdilerin mezunlarından da bahsedildi. Tıp Fakültesi mezunlarının niceliği arttı ama ya niteliği? Peki ya deontoloji? Yorumsuz... 
Devlet erkanı kutlama mesajları yayınlıyor. Ama kaçı bu mesajları kendisi yazıyor? Tamam tüm yöneticiler çok meşgul, ama kaçı bu mesajların altına imzalarını atarken gerçekten hissediyor? 

Ülkemizde tıp fakültelerinden mezun olan doktorlarımız Hekimlik Andını okumaktadırlar. Hekimlik Andı, temelini ve özünü Hipokrat Yemini'nden almaktadır. Hipokrat Yemini, insan hayatının herşeyin üstünde olduğunun ilk defa bir metinde vurgulaması anlamında büyük önem taşır. Koşullar ne olursa olsun, insanlığın sonuna kadarda tıbbi etik açısından ideal tıp adamlarının nasıl olması gerektiğini tanımlar. Umarım hekimliğin  ne kadar yüce bir meslek olduğunu, Hekimlik andı ile hastalarına hizmete başlayan tüm hekimlerimiz ile bu sektörün eğitimci ve yöneticileri yüreklerinde her zaman taşırlar.

Hekimliğe idealizmiyle ömrünü adamış babacığım Doktor Orhan Gülerman'ın nezdinde tüm hekimlerimizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. 


HEKİMLİK ANDI

Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, hayatımı insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum.

Hocalarıma saygı ve gönül borcumu her zaman koruyacağıma, sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime, hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma, benden hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma, hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime, meslektaşlarımı kardeş bileceğime, Din, Milliyet, Irk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime, İnsan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim.
HİPOKRAT YEMİNİ
Hekim Apollon,Aesculapios, Hygeia ve Panacea adına, bütün Tanrılar ve Tanrıçaların şahitliğinde yemin ederim ki, aşağıdaki andımı kabiliyetim ve gücüm yettiğince yerine getireceğim. Bu sanatı bana öğreteni ebeveynim yerine koyacağım, hayatımı onunla paylaşacağım ve ihtiyacı olursa mallarımı onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşlerim gibi bakacağım, istedikleri taktirde bu sanatı onlara ücretsiz ya da yazılı bir söz almaksızın öğreteceğim, bilgilerimi oğullarıma, ustalarımın oğullarına, ve bu mesleğin kurallarını kabul edenlerden başka kimseye öğretmeyeceğim. Tedavi reçetelerimi kabiliyetim ve gücüm yettiğince hiçbir zaman birisine zarar vermek için değil, hastalarımın iyiliği için kullanacağım. Hiç kimseyi memnun etmek için ölümcül bir ilaç reçete etmeyeceğim gibi, ölümüne neden olabilecek bir tavsiyede dahi bulunmayacağım. Bir kadına düşük yaptıracak aletler vermeyeceğim. Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olduğu aşikar olanlar için bile kullanmayacağım, bu işi ehillerine bırakacağım. Gittiğim her eve sadece hastanın iyiliği için gireceğim, kendimi hastalık yapıcı etkenlerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun kadın ve erkeklerle aşkın hazlarından uzak tutacağım, sanatımın icrası esnasında ya da günlük hayatımda bana gelen ve yayılmaması gereken bilgileri sır olarak tutacağım ve hiçbir zaman açmayacağım. Bu andımı tuttuğum sürece, hayatım ve sanatımın icraası bana mutluluk versin, tüm insanlar tarafından her zaman saygı göreyim, eğer yeminimden dönersem bunun zıddı bana az gelsin.