Salı, Aralık 11, 2012
Perşembe, Aralık 06, 2012
Akademi Maestro sizinle :)
Açıldık:)
Detaylar için:
ve
Akademi Maestro Facebook sayfası...
Öğretmenevleri Mahallesi 460.sokak Olimpos Hastanesi yanı 66/1 Konyaaltı Antalya
0.242.229 2686
BEKLERİZ ...
Salı, Kasım 13, 2012
Akademi Maestro
Sevgili dostlar okulumuz nihayet açılıyor. Resmi açılışımızı eşimin de benim de doğum günümüz olan 1 Aralık 2012 de yapmayı düşünüyoruz. Davetiye duyurumuzu bilahare yapacağız.
Yüreğiyle, sevgisiyle, güler yüzüyle aramızda olmayı isteyen herkes davetlimizdir.
YER: ÖĞRETMENEVLERİ MAH. 460.SOKAK. NO:66/1 KONYAALTI ANTALYA
Yüreğiyle, sevgisiyle, güler yüzüyle aramızda olmayı isteyen herkes davetlimizdir.
YER: ÖĞRETMENEVLERİ MAH. 460.SOKAK. NO:66/1 KONYAALTI ANTALYA
Salı, Eylül 25, 2012
Amsterdam günlüğü
Amsterdam....
Aşk Şehri, Kuzeyin Venediği ....
Amsterdam'a ithaf edilen birçok isim var. Hepsini de hakediyor. Gidilip görülesi bir şehir. Ağustos ayında eşim ve kızımla birlikte gittik. 5 gün kaldık. Pazartesi sabah gidiş cumartesi dönüş... Aslında amaç sadece gidip görelim ise 3 gün Amsterdam için yeterlidir. Ama biz tatil modunda gittiğimiz için 5 gün değil 15 gün bile kalsak sıkılmadan yer içer gezerdik. Tavsiye ederim...
O kadar kanal ve durgun suya bir şehir nasıl kokmaz? Şehir bölge planlamacılarına ve belediyesine sormak lazım. Şehirde vızır vızır kullanılan bisikletlere rağmen nasıl olur da araçlar bisikletlilerin - özellikle de bayanların - üzerine sürmez? Amsterdam tam bir bisiklet şehri. Sevgili Belediye Başkanımız Antalya'nın da bisiklet şehri olacağını belirtmiş, hatta konyaaltına bisiklet yolu bile yapıldı büyük sansasyonlarla.. Ama bir baktık ki kaldırımlara sarı bir çizgi çekilmiş. Hatta bazı yerlerde iki çizginin arasından ağaç, otobüs durağı bile geçiyor. Hatta bazı yerlerde çizgi bitiyor, aradan cadde geçiyor, sen canını kurtarıyorsun, sonra sağ kalırsan devam ediyorsun. Acaba daha birkaç fırın ekmek mi yememiz lazım o düzeye gelebilmek için? Aaaa bir dakika, ben sıkıntının kaynağını buldum. Atasözünde sıkıntı var. Bir fırın ekmek diyoruz ya, ekmekleri yiyip yiyip akıllanmayı beklerken hamur beyinli olup çıkıyoruz. İşte yaa, hata Atalarımızda. Yanlış söz söylemişler. - Oh suçu atacak birini yine bulduk-
Neyse Amsterdam gezimize ait notları iletmeye devam...
Şehirde gezerken dinlenebileceğiniz ara meydanlar var. Bunlardan en meşhuru, en büyüğü Dam Meydanı. Amsterdam’ın tam kalbindeki meydanda sürekli bir aktivite ve amatör gösteriler var. Gittiğimiz gün bir gösteri izledik. bayıldık...
Ayrıca Dam Meydanı tarihş kilise, müze vs. bölgelerine çok yakın. Ama bence kendinizi o tarafta bir otel bulalım diye kasmayın. çünkü Amsterdam çok büyük bir şehir değil. Ve her yere tramway ile rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz...
Bizim en cok beğendiğimiz meydan, Leidseplein oldu. Cıvıl cıvıl bir meydan, Dam Meydanına göre daha küçük ama çok keyifli.
Bu arada eğer donmaya niyetiniz yoksa "ice bar"a gitmenizi önermem. Bence aptalca birşey. 4 boyutlu film dedikleri aptal bir penguen filmi ile -10 derece yetmiyormuş gibi karşınızda tam gaz çalışan bir vantilatörden ibaret. O kadar donmuşken bir de zoraki eğlenme modu aman allahım ben ne yaptım dedirtecek ölçüde aptalcaydı... :)
Red Light District 2013 te kapanıyormuş. O yüzden ana sokaktaki birçok yer kapanmış, han gibi aralardan girilen yerler açık kalmış. Bu sebeple olsa gerek ki orada aldığımız şehir turu haritalarında yer almıyordu. Eğer eski hareketliliği ve seviyesi olsaydı belki gidebilirdik ama zaten düşüncesinin bile rahatsız ettiği bir konu olması nedeni ile gitmemeyi tercih ettik.
Kanal Turu tamamen turistik ama keyifli bir organizasyon. değişik fotoğraflar çekebiliyorsunuz...
Ara sokaklarda gezin, bisiklet kiralayın, bol bol yürüyün... Akşamları da şehrin cıvıl cıvıl meydanlarına bırakın kendinizi.. Yani gerçekten orayı tanımak istiyorsanız koyun sürüsünü andırır tarzda turistik gezintilerdense bırakın kendinizi şehrin akışına o sizi taşır götürür doğru yere...
Devamı var (Fotoğraflar geliyor) ...
Aşk Şehri, Kuzeyin Venediği ....
Amsterdam'a ithaf edilen birçok isim var. Hepsini de hakediyor. Gidilip görülesi bir şehir. Ağustos ayında eşim ve kızımla birlikte gittik. 5 gün kaldık. Pazartesi sabah gidiş cumartesi dönüş... Aslında amaç sadece gidip görelim ise 3 gün Amsterdam için yeterlidir. Ama biz tatil modunda gittiğimiz için 5 gün değil 15 gün bile kalsak sıkılmadan yer içer gezerdik. Tavsiye ederim...
O kadar kanal ve durgun suya bir şehir nasıl kokmaz? Şehir bölge planlamacılarına ve belediyesine sormak lazım. Şehirde vızır vızır kullanılan bisikletlere rağmen nasıl olur da araçlar bisikletlilerin - özellikle de bayanların - üzerine sürmez? Amsterdam tam bir bisiklet şehri. Sevgili Belediye Başkanımız Antalya'nın da bisiklet şehri olacağını belirtmiş, hatta konyaaltına bisiklet yolu bile yapıldı büyük sansasyonlarla.. Ama bir baktık ki kaldırımlara sarı bir çizgi çekilmiş. Hatta bazı yerlerde iki çizginin arasından ağaç, otobüs durağı bile geçiyor. Hatta bazı yerlerde çizgi bitiyor, aradan cadde geçiyor, sen canını kurtarıyorsun, sonra sağ kalırsan devam ediyorsun. Acaba daha birkaç fırın ekmek mi yememiz lazım o düzeye gelebilmek için? Aaaa bir dakika, ben sıkıntının kaynağını buldum. Atasözünde sıkıntı var. Bir fırın ekmek diyoruz ya, ekmekleri yiyip yiyip akıllanmayı beklerken hamur beyinli olup çıkıyoruz. İşte yaa, hata Atalarımızda. Yanlış söz söylemişler. - Oh suçu atacak birini yine bulduk-
Neyse Amsterdam gezimize ait notları iletmeye devam...
Şehirde gezerken dinlenebileceğiniz ara meydanlar var. Bunlardan en meşhuru, en büyüğü Dam Meydanı. Amsterdam’ın tam kalbindeki meydanda sürekli bir aktivite ve amatör gösteriler var. Gittiğimiz gün bir gösteri izledik. bayıldık...
Ayrıca Dam Meydanı tarihş kilise, müze vs. bölgelerine çok yakın. Ama bence kendinizi o tarafta bir otel bulalım diye kasmayın. çünkü Amsterdam çok büyük bir şehir değil. Ve her yere tramway ile rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz...
Bizim en cok beğendiğimiz meydan, Leidseplein oldu. Cıvıl cıvıl bir meydan, Dam Meydanına göre daha küçük ama çok keyifli.
Bu arada eğer donmaya niyetiniz yoksa "ice bar"a gitmenizi önermem. Bence aptalca birşey. 4 boyutlu film dedikleri aptal bir penguen filmi ile -10 derece yetmiyormuş gibi karşınızda tam gaz çalışan bir vantilatörden ibaret. O kadar donmuşken bir de zoraki eğlenme modu aman allahım ben ne yaptım dedirtecek ölçüde aptalcaydı... :)
Red Light District 2013 te kapanıyormuş. O yüzden ana sokaktaki birçok yer kapanmış, han gibi aralardan girilen yerler açık kalmış. Bu sebeple olsa gerek ki orada aldığımız şehir turu haritalarında yer almıyordu. Eğer eski hareketliliği ve seviyesi olsaydı belki gidebilirdik ama zaten düşüncesinin bile rahatsız ettiği bir konu olması nedeni ile gitmemeyi tercih ettik.
Kanal Turu tamamen turistik ama keyifli bir organizasyon. değişik fotoğraflar çekebiliyorsunuz...
Ara sokaklarda gezin, bisiklet kiralayın, bol bol yürüyün... Akşamları da şehrin cıvıl cıvıl meydanlarına bırakın kendinizi.. Yani gerçekten orayı tanımak istiyorsanız koyun sürüsünü andırır tarzda turistik gezintilerdense bırakın kendinizi şehrin akışına o sizi taşır götürür doğru yere...
Devamı var (Fotoğraflar geliyor) ...
Pazartesi, Eylül 10, 2012
Savaş Çocukları için
SAVAŞ ÇOCUKLARI İÇİN PEDAL ÇEVİRİYORLAR
Ağustos ayı
ortasında sıcak mı sacak bir Antalya günü spontan gelişen organizasyon zinciri
sonucu evimizin kapılarını iki pırıl pırıl genç misafire açtık. Tom Nelson ve
Phil Saunders. Antalya’da 2 gün konakladıktan sonra yollarına devam
edeceklerdi. Peki kimdi bu gençler?
Tom Nelson
ve Phil Saunders’ın 17 Mart 2012 de İngiltere’de başlayan hikayesini paylaşmak
istiyorum. Çok ulvi bir amaç için uzun bir yola çıkıyorlar. “Savaş Çocukları”na
yardım topluyorlar. Planları toplam 2 yıl içinde Dünyayı bisikletleri ile
dolaşmak. Bu seyahatin içinde müziğin de yardımı ile insanları çocukların
savaşlarla ne kadar kötü durumda bıraktıkları konusunda bilinçlendirmek yer
alıyor.
Planlarına göre 30.000 km.nin üzerinde yol
ve 26 ülke katedecekler.
İngiltere’de
üniversiteyi bitirdikten sonra dünyanın yozlaşmış yapısına bir katkıda bulunmak
isterken kendilerini bisikletleri ile dünya turuna çıkmak üzere bulan gerçek
hayırseverler. Sponsorları var
yolculukları boyunca onlara destek veren. Yolculukları boyunca
tanıştıkları insanların ve yolculuklarını takip eden insanlarla iletişim
halinde kalabilmeleri için bir web sitesi oluşturmuşlar. www.daringdynamos.com
Belirlenmiş
bir rota olmasına rağmen zorunlu nedenlerle değiştirdikleri rotalarını
ilerledikçe işaretliyorlar harita üzerinde. Web sitelerinde
ilginç video ve fotoğraflara yer vermişler. Gerçekten çok keyifle
izleyebilirsiniz. Her ikisi de fotoğraf ve film çekmeyi seviyorlar.
Amaçları tüm yolculuklarını video ve
fotoğraflarla da belgelemek. Her uzun molalarında web sayfalarını revize
ediyorlar.
30.000 km. pedal çevirirken bir
yandan da ülkelerin müzikleri üzerine deneyimlerini geliştirmeyi hedefliyorlar.
Müziğin paylaşılan bir sevgi olduğuna ve kültürel
bağlar oluşturulacağını düşünüyorlar.
“İnanıyoruz
ki müzik, yol boyunca bize çok kapı açacaktır.”
Gezinin asıl amacına gelirsek
karşımıza çok etkileyici bir tablo çıkıyor. Çocuklar... Savaş Çocukları... Devletler, büyük güçler
savaşıyor ama düşünmüyorlar hiç bu arada tüm yakınlarını, yaşadıkları evlerini,
okullarını yitiren o masum çocuklara ne oluyor? Hayat mücadelesine çok erken ve
çok geriden başlıyorlar. Hem de ne koşullarla mücadele ederek. Tom Nelson ve
Phil Saunders seyahatleri boyunca, savaşlarda çocukları kazanabilmek için Just Giving
yardımı ile birikim yapıyorlar. http://www.justgiving.com/teams/daringdynamos adresinde yardımların nasıl toplanıp
nereye gittiği anlatılıyor.
Maalesef
üzücü gerçekler var.
·
5 yaşın
altındaki 2.7 milyon çocuk Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki savaş nedeniyle öldüler.
·
Afganistan'da
dünyaya gelen her 4 çocuktan biri 5 yaşından önce ölmektedir
·
2 milyon
Iraklı çocuk 2003 yılından beri evlerini terk etmek zorunda kaldılar.
·
300.000 'den
fazla çocuk şu anda dünyada savaşlarda savaşmak zorunda bırakılmaktadır.
Savaşları
çocuklar başlatmıyor. Neden en çok zarar gören onlar oluyor! Evler, aileler,
okullar ve toplumlar paramparça ediliyor. Bu çocukları savaşın etkilerinden kurtarmak ve yeni bir hayat kurma şansı vermek
gerekiyor. İşte Tom ve Phil de “War Child” – Savaş Çocukları uluslararası
organizasyonu için pedal çeviriyorlar. Kongo, Afganistan, Afrika, Irak ve
Uganda'da savaş mağduru çocukları hayata kazandırmak için gönüllülerden kurulu
ekipler, yerel yönetimlerin destekleri
ile çalışıyorlar.
·
Okulların yeniden
yapılması,
·
Cezaevlerindeki
çocuklara hukuki yardım sağlanması,
·
Savaşın
ardından evsiz kalan çocuklara yeni yuvalar kazandırılması,
·
Çocuklara psikolojik
danışmanlık ve
·
Geleceklerini
kurtarabilmek için meslek eğitimleri sağlanması...
Milyonlarca gönüllü çalışıyor bu
konularda. Devlet büyüklerini çocuklara yatırım yapmaları konusunda ikna etmek
için çözümler üretiyor, organizasyonlar yapıyorlar. Ve tüm bu çalışmalar,
sanatçıların büyük destekleri ile birlikte yürüyor. www.warchild.org.uk
Savaş Çocukları Ve Müzik
Savaş
Çocukları için Elton John’dan Pavarotti’ye, U2’ dan Boy George’a uzanan
yelpazede
dünyada
efsane olmuş müzisyenler biraraya gelip yardım çağrısında bulunuyorlar.
War Child efsanevi ilk albümü olan 'Yardım'
ile Oasis, Blur, Radiohead, Massive Attack, Paul Weller, Noel Gallagher ve Sir
Paul McCartney bir araya gelmiş ve daha resmi olarak yayımlanmadan en hızlı
indirilen albüm rekoru kırmışlardır.
Bu ve benzeri organizasyonlar ile kendi istemi dışında savaş ortamında yer alan çocukların hayatları kurtarılmaya çalışılıyor. Aslında konu hayat kurtarma ve yeniden düzen kurma aşamasına gelmeden önce devletler ve milletler hırslarını masa üstünde çözüp, insanların barış içinde yaşamalarını sağlasalar, olmaz mı?
Bu ve benzeri organizasyonlar ile kendi istemi dışında savaş ortamında yer alan çocukların hayatları kurtarılmaya çalışılıyor. Aslında konu hayat kurtarma ve yeniden düzen kurma aşamasına gelmeden önce devletler ve milletler hırslarını masa üstünde çözüp, insanların barış içinde yaşamalarını sağlasalar, olmaz mı?
Güneydoğu’da yaşananları düşünüp
kıssadan bir hisse çıkartabilecek miyiz sizce?
Sevgi ve barış dolu günlere...
Cuma, Ağustos 10, 2012
Savaş Çocukları - Daring Dynamos
"SAVAŞ ÇOCUKLARI" için 4,5 ay önce bisikletle İngiltere'den dünya turuna çıkan Tom Nelson ve Phil Saunders'ın öyküleri ...
Okumaya doyamayacaksınız hatta onlara katılmak isteyeceksiniz...
Have a good vacation Tom & Phil... Take care of you. :)
Okumaya doyamayacaksınız hatta onlara katılmak isteyeceksiniz...
Have a good vacation Tom & Phil... Take care of you. :)
Perşembe, Ağustos 09, 2012
KARGA
"Besle kargayı oysun gözünü" sözne inanmayan var mı? Varsa inansın.
Bir minik kuşu alıyorsunuz. Soğukta kalmış üşümüş, ötecek hali bile kalmamış sesi çıkmıyor. Alıp besliyor, sevgi şefkat gösteriyorsunuz. Tüylerini tarayıp bakıyorsunuz. Sonra büyüyor bakıyorsunuz ki o bir karga olmuş. Olsun diyorsunuz o karga da olsa beni sever, bişey yapmaz. Afedersiniz ama çok yapmaz. büyüyünce mutlaka bir yerinizden oyacaktır. O da atalarımızı yalancı çıkartmamak için muhtemelen gözünüz olacaktır....
Sevgiyle, dostlukla kalın.
Salı, Ağustos 07, 2012
KAŞ Gezi Notları
Dostlarım,
Hafta sonu ailece Kaş'a gittik. 2 günlük Kaş tatili sanki 2 hafta gibi dinlendirdi. Çok seviyoruz. Sevilmeyecek gibi değil ki, bir kez Antalya'dan Cuma akşamüzeri haftanın temposunu ardımızda bırakıp yolda giderken önce çam ormanlarının kokusu ardından Finike'yi geçtikten sonra dağlardaki serinlikle birlikte o mistik koku karışımı... Kekik, biberiye ve daha bilmediğimiz yüzlerce bitkinin karışımı insanın için ferahlatıyor. Tabii Antalya'nın neminden de kurtulunca klimalar kapatılıp camlar açılıyor. Hepi topu 2,5 saat kadar süren yolculuğun ardından güzel bir panaroma sizi bekliyor. Hele günbatımı saatinde vardıysanız Kaş'a manzarayı seyretmeden aşağı inmeyin derim. 2 dakika mola... Temiz tertemiz pansiyonlar ve küçük oteller var. Daha önce konaklamak için Çukurbağ Yarımadasını tercih ediyorduk. Bu kez doğrudan küçük çakıl tarafına gittik. Görmeyenler için anlatayım. Kaş'ta bir küçük çakıl plajı, bir de büyük çakıl vardı eskiden. Küçük çakıl görmeye değer küçücük bir plaj. Olmadı küçücük, büyük kaldı minnacık demek daha doğru. 5 kişi yanyana durursanız yanınızdan 6. kişi gelip de denize giremez :)))
Neyse, küçük çakıldaki plajın adı ile mütenasip pansiyon odamıza yerleştikten sonra plajın hemen yan tarafına kayalıklar üzerine kurulu Çınarlar Beach'e indik ve hemen o muhteşem soğuk suya kendimizi bıraktık. Bir dalıp çıktık, sonra doğru merkeze. Kaliteli turist profili hiç değişmeyen Kaş, nasıl oluyorsa bazı kesimleri içinde eritip yıllardır o kalitesini korumaya devam etti.
Biraz dolaştıktan sonra yokuşlu dar sokaklarında istikamet Blue House Restaurant. Adı büyük bir yer mi çağrıştırıyor bilmiyorum ama 7-8 masalık bir butik restaurant. Dünya tatlısı bir işletmecisi ve iki personeli, çiçek gibi işletiyor. Herşey kaliteli ve son derece lezzetli. Gözünüzün önünde özenle hazırlanıyor tabaklarınız. güler yüzlü hizmet de kreması. Cuma akşamı gitmek yetmiyor, ertesi günü farklı tadları da deneyebilmek için yine gidiyorsunuz.
Yıllardır minik bir cafe ya da restaurant işletmek isterim. Salon salomanje tarzı koltuklarında oturup da mutfağı seyrederken iştahım daha da bir kabardı. Az kaldı az...
Cumartesi ve Pazar günü Çınarlar beach sabit adres oluyor. Deniz sakin, temiz, minik balıklar discovery dalışları ya da sadece şnorkel için çok uygun, su serin hatta bazı yerlerde tatlı su akıntıları nedeniyle soğuk... Ortam güzel, müzik hafif. Servis güzel, yemekler bol kepçe ve lezzetli... Ateş isteyenlere ücretsiz olarak verdikleri Türk Bayraklı ve Atatürk'lü çakmaklar da ayrı bir düşünce güzelliği.
İki gün, iki hafta gibi dolu dolu geçti ve en son pazar akşamı da saat 7de bir kısa dalış yapıp yola koyulduk. Tepedeki panaromik manzarada Kaş'a en kısa zamanda tekrar görüşmek üzere veda ettik.
Nacizane tavsiyemdir. Kaş'ı görmeden, sokaklarını gezmeden, küçük (:)) çakılda denize girmeden yazı bitirmeyin.
Perşembe, Haziran 28, 2012
CARMEN
Alttaki 2 kayıtta verdiğim 2 perdelik Carmen Opera
ŞAHANE ...
Carmen: Elina Garanca : Carmen işte böyle olunur diyor...
Carmen sub Español
Orquesta y coros metropolitan opera
Metropolitan Opera farkı ile izleyin..
kısacaŞAHANE ...
Carmen: Elina Garanca : Carmen işte böyle olunur diyor...
Bizet - Carmen (von Karajan)
Carmen Operayı da ANTDOB tarafından sahneye konmuş olan Bale versiyonunu da çok seviyorum. Defalarca defalarca izleyebilir, dinleyebilirim...
İzlerseniz, Karajan yönetimindeki orkestranın müziği ile çok keyifli ...
Gerçi Carmen'in sesinin güzelliğinin yanında kişiliğinin getirdiği seksapelite ve fettanlık biraz eksik kalmış ama olsun yine de izlemeye değer bir temsil.
Pazartesi, Haziran 25, 2012
Ankara Kalesi ve Pirinç Han
Geçen hafta 3 günlüğüne Ankara'ya gittik. Ne zamandır özleşmiştik oraları artık sayıkama halini almıştı durum. 3 günün iki günü çıkamadık kalenin sokaklarından ve Pirinç Han'dan.
Kahvelerimizi yudumladık Cem Karaca'nın albümlerini dinleyerek, yüzükler aldık gelenek olduğu üzere...
Kedileri sevdik.
O eskici dükkanlarının kendine has koku ve ruhu olan mobilyalarının üstünde sereserpe uzanmış,
Ben buranın ev sahibiyim dercesine...
Tarihimize ve kültürümüze sahip çıkmamız gerektiği üzerine satıcılarımızın her biri ile sohbet ederek ve kaleyi uzun yıllardır yaşayan biz, zamanında oralarda gerçekten yaşamış, arkadaşları ile gençkızlığında sokaklarında sohbet etmiş annemiz ve tüm bu yaşanmışlığın arasında inanılmaz mutlu olan sevgili Piti ile birlikte yüzümüz dopdolu gülümseme ile ayrıldık.
Tekrar buluşmak üzere dostlar, kaleye iyi bakın:)
Üreten Çocuk mu, Tüketen Çocuk mu?
Kaç çocuk yaz tatilinde çalışarak ailesine destek olmak ve boş boş evde oturmak yerine birşeyler öğrenmek, birşeyler üretmek istiyor?
Çevrenizde bu taleple karnesini almış çocuk varsa onu hayata ve kendine karşı duyduğu bu sorumluluk duygusu nedeniyle tebrik etmenizi rica ediyorum. Tüketici bir toplum olduk, çocuklarımız ise sadece almayı ve istemeyi bilir oldular. Eskiden iyi durumdaki memur aileleri aman efendim bilmemkimlerin çocuğu neden o yaşta çalışıyor derlerdi. Çalışabilmek zordu. Benim başıma bile gelmişti. Lise çağlarımda çalışmak istediğimde yapabileceğim işler de kısıtlı olduğu için ebeveynlerim değil ama bazı yakın akrabalarımız itiraz etmişlerdi. Annemler de hemen hazırlarmış ki suya düşmüştü çalışma isteğim. Halbuki hayatı daha o noktada tanımaya başlasaydım, üniversite bitip de uzman olduğum alanda çalışırken sadece kendi işime konsantre olur insanları tanımak için debelenmezdim... Hoş insanları tanıyabilmek de ayrı bir meziyet ya o konuya şimdi girmeyeyim konuyu dağıtmayayım.
Şimdi etrafıma bakıyorum genelde yaz aylarında veliler çocuklarına yaz okulları araştırıyorlar. Birsürü paralar veriliyor, çocuklar sersefil o yaz okulu denen karmaşada telef oluyorlar. Ama çocuğum çalışmak istiyor ya da biz onun kısa bir süre de olsa çalışmasını, hayatı tanımasını istiyoruz dediğimizde tuhaf karşılanıyor. Bu da insanı çelişkiye düşürüyor. Ah yine geldik takıldık toplum ile benliğimiz arasındaki balans konusuna. İstiyoruz ki çocuğumuz hayatı tanıyarak büyüsün. Ama bir yandan da kış aylarının yoğun temposundan sonra dinlensin. Öte yandan çevremiz de aman dinlensin çocuk derken, çalışsın tabi yaa diyenler de olmuyor değil ... tam biz ne yapsak derkeeeen, bir bakıyoruz ki bizim küçük hanım tatil moduna girip gevşeyivermiş...
Ne dersiniz??
Çevrenizde bu taleple karnesini almış çocuk varsa onu hayata ve kendine karşı duyduğu bu sorumluluk duygusu nedeniyle tebrik etmenizi rica ediyorum. Tüketici bir toplum olduk, çocuklarımız ise sadece almayı ve istemeyi bilir oldular. Eskiden iyi durumdaki memur aileleri aman efendim bilmemkimlerin çocuğu neden o yaşta çalışıyor derlerdi. Çalışabilmek zordu. Benim başıma bile gelmişti. Lise çağlarımda çalışmak istediğimde yapabileceğim işler de kısıtlı olduğu için ebeveynlerim değil ama bazı yakın akrabalarımız itiraz etmişlerdi. Annemler de hemen hazırlarmış ki suya düşmüştü çalışma isteğim. Halbuki hayatı daha o noktada tanımaya başlasaydım, üniversite bitip de uzman olduğum alanda çalışırken sadece kendi işime konsantre olur insanları tanımak için debelenmezdim... Hoş insanları tanıyabilmek de ayrı bir meziyet ya o konuya şimdi girmeyeyim konuyu dağıtmayayım.
Şimdi etrafıma bakıyorum genelde yaz aylarında veliler çocuklarına yaz okulları araştırıyorlar. Birsürü paralar veriliyor, çocuklar sersefil o yaz okulu denen karmaşada telef oluyorlar. Ama çocuğum çalışmak istiyor ya da biz onun kısa bir süre de olsa çalışmasını, hayatı tanımasını istiyoruz dediğimizde tuhaf karşılanıyor. Bu da insanı çelişkiye düşürüyor. Ah yine geldik takıldık toplum ile benliğimiz arasındaki balans konusuna. İstiyoruz ki çocuğumuz hayatı tanıyarak büyüsün. Ama bir yandan da kış aylarının yoğun temposundan sonra dinlensin. Öte yandan çevremiz de aman dinlensin çocuk derken, çalışsın tabi yaa diyenler de olmuyor değil ... tam biz ne yapsak derkeeeen, bir bakıyoruz ki bizim küçük hanım tatil moduna girip gevşeyivermiş...
Ne dersiniz??
Rus tarihsel operaları arasında en iyilerden biridir Prens İgor. Bugün
konserlerde ayrı bir parça olarak da çalınan ve Borodin’in en tanınan
eseri olan ‘Poloveç Dansları’ bu opera içinde yer alır. Maalesef Prens
İgor'un Borodin tarafından bestelenmesi yarım kalmış ve bestecinin
ölümünden sonra Rimsky-Korsakov ile Alexander Glazunov tarafından
tamamlanmıştır.
Aynı zamanda kimyacı olan Borodin'in, ilginç bir yaşam öyküsü var.1833’de St.Petersburg’da Luka Semyonovich Gedeanishvili adında bir Gürcü prensin gayrimeşru oğlu olarak doğmuş. Babası onu kendi yerine, serflerinden Porfiry Borodin’in evladı olarak kaydettirmiş. Piyano derslerini de kapsayan iyi bir eğitim almış. Erken yaşta hem bilim hem de müzikte yetenek göstermiş. Daha sonraları her iki alanda yoğun bir yaşam sürdürmüş ve 54 yaşında katılığı bir balo sırasında ani bir kalp krizi sonucu yaşama veda etmiş.
“Prens İgor” Operası; aşk, kıskançlık, savaş, haksızlık ve vefasızlığın muhteşem armonisi olarak değerlendirilmiş müzik çevrelerince. Aleksandr Porfiriy Borodin’in doyumsuz müziği eşliğinde: Poloveç hükümdarı Konçak Han’a esir düşen Prens İgor’un başından geçenler izlenir. Özellikle, tutsak prens onuruna verilen şölende sergilenen Poloveç ve Peçenek dansları büyüleyicidir.
Prens İgor, Türkiye de ilk kez 31 Mart 1993 tarihinde Ankara’da sahnelenmiş. Bir Rus Klasiği olan "Prens İgor" Operası, 2003 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nce de sahnelenmiş.
En sağlıklı bilgiyi aldığım kaynak:
http://begonvilliev.blogspot.com/2009/05/en-sevdiklerimden-prens-igor-alexander.html
Bol müzikli günler...
Aynı zamanda kimyacı olan Borodin'in, ilginç bir yaşam öyküsü var.1833’de St.Petersburg’da Luka Semyonovich Gedeanishvili adında bir Gürcü prensin gayrimeşru oğlu olarak doğmuş. Babası onu kendi yerine, serflerinden Porfiry Borodin’in evladı olarak kaydettirmiş. Piyano derslerini de kapsayan iyi bir eğitim almış. Erken yaşta hem bilim hem de müzikte yetenek göstermiş. Daha sonraları her iki alanda yoğun bir yaşam sürdürmüş ve 54 yaşında katılığı bir balo sırasında ani bir kalp krizi sonucu yaşama veda etmiş.
“Prens İgor” Operası; aşk, kıskançlık, savaş, haksızlık ve vefasızlığın muhteşem armonisi olarak değerlendirilmiş müzik çevrelerince. Aleksandr Porfiriy Borodin’in doyumsuz müziği eşliğinde: Poloveç hükümdarı Konçak Han’a esir düşen Prens İgor’un başından geçenler izlenir. Özellikle, tutsak prens onuruna verilen şölende sergilenen Poloveç ve Peçenek dansları büyüleyicidir.
Prens İgor, Türkiye de ilk kez 31 Mart 1993 tarihinde Ankara’da sahnelenmiş. Bir Rus Klasiği olan "Prens İgor" Operası, 2003 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nce de sahnelenmiş.
En sağlıklı bilgiyi aldığım kaynak:
http://begonvilliev.blogspot.com/2009/05/en-sevdiklerimden-prens-igor-alexander.html
Bol müzikli günler...
Salı, Mayıs 22, 2012
"Zamane Ebeveyni"
Selam,
Zamane ebeveyni terimini duymuşmuydunuz hiç? Bu sabah kızım söyleyince çok eğlenceli geldi kulağıma. Sonra düşündüm zamane ebeveyni nasıl olur ki? Arkadaşlarımı düşündüm özellikle aynı yaşlarda yani ergenlik- gergenlik arasında gidip gelen çocukları olanları... Birkaç gurp oluşuverdi zihnimde.
*Hala çocuklarına sen sus anlamazsın diyerek bir yere varabileceklerini düşünenler, hatta hiç bir şeyi düşünmeyenler,
* Anne-babasından aldığı öğretileri yeni dünya şartları ile harmanlayıp sürdürmeye çalışanlar,
* Zamanın şartlarına ve akıllı zamane çocuklarına karşı teslim bayrağı açmış olanlar...
Siz hangi gruba giriyorsunuz? Kölelik? Tersine kölelik? Demokratik?
Bu konularda bilimsel birçok kitap ve uzman var. Onlarla aşık atmak bana düşmez ben sadece çevreden gözlemlediğim örnekleri paylaşmak istiyorum. Kıssa ve hisse konusu yine size kalıyor.
"Ya ne yaparsak yapalım o kendi bildiğini okuyor. Napiim ağladı zırladı kabul ettirdi yine!" ?? Ah acaba siz bu noktada kolaya kaçmış olabilir misiniz? Mücadele etmek ve hatta biraz da otoriter olmak gerekmez mi? Bebeklikten başlıyorlar ebeveynleri idare etmeye. Uyutmak istersiniz, ağlar, bağırır kendini kucağa aldırır susar. Neymiş? Demek ki sadece kucak mış derdi. İki seçim, ya durumu idrak eder yatağına geri bırakırsınız ( ama sakince..) ya da teslim bayrağını açar ömrünüzün bundan sonraki bölümünde onu hep kucağınızda taşırsınız. Ha bizim kültürümüzde söz dinletemediğimiz anneanne ve babaanne faktörünü devre dışı tutuyorum. Çünkü bazen siz çocuğunuzu herşeye alıştırmışken bir bakarsınız büyükleriniz ile geçirilen üçbeş gün sonunda hepsi yerle bir olmuş...
Bu noktada ister gülün ister ağlayın :) Tersine köleliğin temelleri böylelikle daha bebekken atılıyor. Birileri otoriteyi deliyor. DİKKAT !
Otorite demişken hala çocuklarına sen sus otur anlamazsın diyen aileler de yok değil. Ama genelde onlar kırsal kesimlerde kaldı. Artık bilgisayar çocuklarını susturmak o kadar da kolay değil. En faz herşeyine izin verilir verilir sonra biri gelir iki çarpar oturtur. Ki bu en istemediğimiz ve hoşlanmadığımız durum. DİKKAT!
Şiddetle bir şey öğretilmez. Şiddete başvurmak ise insanın zayıflığını gösterir bir noktada, hatta kendine olan kızgınlığı da önemli bir paya sahiptir. Topluma gerekli kültürü, kültürel sosyal altyapıyı sağlamazsanız onlardan alacağınız geri bildirim de o ölçüde olacaktır. Koyun isterseniz o ayrı. Evet beyinlerini boş bırakın ki istediğiniz tarafa güdüleyebilesiniz. Tıpkı ezbere yaşamaktaki konu gibi...
Neyse bu, daha derin bir konu...
Demokrat yapı, aile içindeki huzurun çocuğa haklarını ve sınırlarını net olarak yansıtılması ile oluşuyor. Huzur, saygı çok önemli. Ebeveynler sadece kendilerini düşünmemeli, hayata karşı yaşadıkları zorlukların acısını çocuklarından çıkartmamalı. Hayat bizim için ne kadar zor ise onlar için de o kadar zor. Biz çocukluğumuzu bahçemizde sokağımızda bol oksijenli geçirdik. Okula yürüyerek gittik. Daha sade daha mutluyduk. Şimdi çocuklar günlerini bilgisayar ya da televizyon başında neredeyse evlere hapis geçiriyorlar. Enerjilerini deşarj etmeleri gerekirken o kurs senin bu kurs benim bir kısır döngü yaşıyorlar. Birşeyleri paylaşmak, sohbet etmek, ailece bir aktivite içinde olmak neredeyse imkansız hale geliyor.
Ben derim ki, bizden daha bilinçli, daha akıllı oldukları aşikar olan çocuklarımız ile konuşarak onların sınırlarını net çizelim. Çizelim ki onlar da hangi eylemlerinin bizi kızdıracağını, hangilerini ise toleransla karşılayabileceğimizi bilsinler. Onlarla açık havada kaliteli ve keyifli vakit geçirelim.
Sevgiyle,
Zamane ebeveyni terimini duymuşmuydunuz hiç? Bu sabah kızım söyleyince çok eğlenceli geldi kulağıma. Sonra düşündüm zamane ebeveyni nasıl olur ki? Arkadaşlarımı düşündüm özellikle aynı yaşlarda yani ergenlik- gergenlik arasında gidip gelen çocukları olanları... Birkaç gurp oluşuverdi zihnimde.
*Hala çocuklarına sen sus anlamazsın diyerek bir yere varabileceklerini düşünenler, hatta hiç bir şeyi düşünmeyenler,
* Anne-babasından aldığı öğretileri yeni dünya şartları ile harmanlayıp sürdürmeye çalışanlar,
* Zamanın şartlarına ve akıllı zamane çocuklarına karşı teslim bayrağı açmış olanlar...
Siz hangi gruba giriyorsunuz? Kölelik? Tersine kölelik? Demokratik?
Bu konularda bilimsel birçok kitap ve uzman var. Onlarla aşık atmak bana düşmez ben sadece çevreden gözlemlediğim örnekleri paylaşmak istiyorum. Kıssa ve hisse konusu yine size kalıyor.
"Ya ne yaparsak yapalım o kendi bildiğini okuyor. Napiim ağladı zırladı kabul ettirdi yine!" ?? Ah acaba siz bu noktada kolaya kaçmış olabilir misiniz? Mücadele etmek ve hatta biraz da otoriter olmak gerekmez mi? Bebeklikten başlıyorlar ebeveynleri idare etmeye. Uyutmak istersiniz, ağlar, bağırır kendini kucağa aldırır susar. Neymiş? Demek ki sadece kucak mış derdi. İki seçim, ya durumu idrak eder yatağına geri bırakırsınız ( ama sakince..) ya da teslim bayrağını açar ömrünüzün bundan sonraki bölümünde onu hep kucağınızda taşırsınız. Ha bizim kültürümüzde söz dinletemediğimiz anneanne ve babaanne faktörünü devre dışı tutuyorum. Çünkü bazen siz çocuğunuzu herşeye alıştırmışken bir bakarsınız büyükleriniz ile geçirilen üçbeş gün sonunda hepsi yerle bir olmuş...
Bu noktada ister gülün ister ağlayın :) Tersine köleliğin temelleri böylelikle daha bebekken atılıyor. Birileri otoriteyi deliyor. DİKKAT !
Otorite demişken hala çocuklarına sen sus otur anlamazsın diyen aileler de yok değil. Ama genelde onlar kırsal kesimlerde kaldı. Artık bilgisayar çocuklarını susturmak o kadar da kolay değil. En faz herşeyine izin verilir verilir sonra biri gelir iki çarpar oturtur. Ki bu en istemediğimiz ve hoşlanmadığımız durum. DİKKAT!
Şiddetle bir şey öğretilmez. Şiddete başvurmak ise insanın zayıflığını gösterir bir noktada, hatta kendine olan kızgınlığı da önemli bir paya sahiptir. Topluma gerekli kültürü, kültürel sosyal altyapıyı sağlamazsanız onlardan alacağınız geri bildirim de o ölçüde olacaktır. Koyun isterseniz o ayrı. Evet beyinlerini boş bırakın ki istediğiniz tarafa güdüleyebilesiniz. Tıpkı ezbere yaşamaktaki konu gibi...
Neyse bu, daha derin bir konu...
Demokrat yapı, aile içindeki huzurun çocuğa haklarını ve sınırlarını net olarak yansıtılması ile oluşuyor. Huzur, saygı çok önemli. Ebeveynler sadece kendilerini düşünmemeli, hayata karşı yaşadıkları zorlukların acısını çocuklarından çıkartmamalı. Hayat bizim için ne kadar zor ise onlar için de o kadar zor. Biz çocukluğumuzu bahçemizde sokağımızda bol oksijenli geçirdik. Okula yürüyerek gittik. Daha sade daha mutluyduk. Şimdi çocuklar günlerini bilgisayar ya da televizyon başında neredeyse evlere hapis geçiriyorlar. Enerjilerini deşarj etmeleri gerekirken o kurs senin bu kurs benim bir kısır döngü yaşıyorlar. Birşeyleri paylaşmak, sohbet etmek, ailece bir aktivite içinde olmak neredeyse imkansız hale geliyor.
Ben derim ki, bizden daha bilinçli, daha akıllı oldukları aşikar olan çocuklarımız ile konuşarak onların sınırlarını net çizelim. Çizelim ki onlar da hangi eylemlerinin bizi kızdıracağını, hangilerini ise toleransla karşılayabileceğimizi bilsinler. Onlarla açık havada kaliteli ve keyifli vakit geçirelim.
Sevgiyle,
Çarşamba, Mayıs 16, 2012
ASPENDOS / TURANDOT
19.Aspendos Uluslararası Opera ve
Bale Festivali, 14 Haziran 2012 Perşembe akşamı, saat 21:00'de "Operaların Şahı"
yorumunu paylaşabileceğim "Turandot" ile açılış yapıyor. Puccini'nin
bu 3 perdelik dev eserin librettosu giuseppe adami ve renato simoni tarafindan
kaleme alinmis, kendisinin ve belki de opera tarihinin en güzel yapıtlarından
biri. İtalyan besteci bir Uzakdoğu hayranı olmanın ötesinde insanlarını da çok
iyi özümsemiştir. Bu da eserlerine fazlasıyla yansımaktadır. Ayrıca 20.yy
klasik müzik temalarını da esere taşıması, Turandot, Puccini’nin ölümünden 1
yıl kadar sonra sahnelenir. Son perdenin birinci sahnesinden sonrası,
notlarından yararlanılarak arkadaşı Franco Alfano tarafından tamamlanır. 25
nisan 1926'da Milano La Scala Operasi’nda ilk sergilenişi esnasında ünlü
orkestra şefi Arturo Toscanini, tam o anda performansı durdurarak seyirciyi bir
süre sessizliğe davet ettikten sonra eseri tamamlamıştır. Birinci perdenin
sonuna dogru Calaf’ın "non piangere, liu!" (aglama liu!) diye başlayan
aryası, müzik tarihinin en görkemli anlarını yaşadığınızı hissettirecektir. Ayrıca
Maria Callas’tan http://www.youtube.com/watch?v=4B2fHjqLvmE&feature=fvwrel
kaydını dinlemenizi öneririm.
Hikaye, Çin Prensesi Turandot'un kendisi ile evlenecek kişiyi seçmek
için sorduğu ve başarısız olmaları halinde cezasının ölüm olduğu bilmeceleri
Calaf’ın doğru yanıtlaması üzerine kurgulanmıştır. İşte meşhur bilmeceler:
Gecenin gelmesi ile ortaya çıkan, kanatlı hayalete benzeyen, güneşin
doğmasıyla kaybolan şey nedir?
* UMUT
Aleve benzeyen, ölüm yaklaşinca akan, zafer ihtirasini doruğa çıkaran, gün batımı renkli şey nedir?
* KAN
Hem buz, hem ateş olup, özgürlükten köleliğe sürükleyen, tutsaktan kral yaratan kimdir?
* TURANDOT
* UMUT
Aleve benzeyen, ölüm yaklaşinca akan, zafer ihtirasini doruğa çıkaran, gün batımı renkli şey nedir?
* KAN
Hem buz, hem ateş olup, özgürlükten köleliğe sürükleyen, tutsaktan kral yaratan kimdir?
* TURANDOT
İzmir
Devlet Opera ve Balesi ekibine, Orkestra Şefi’ne ve büyük bir ciddiyetle bu
ekibe eşlik etmek üzere aralarında sahne alacak, Antalya Devlet Opera ve Balesi
Çocuk Korosu’na başarılar…
Pazartesi, Mayıs 14, 2012
Perşembe, Mayıs 10, 2012
Hayat ve Murphy
HAYATın içindeki hınzır arkadaş: MURPHY
Bir
rutini yok ki bu yaşamın. İnişler ve çıkışlarla dolu. Hani daha önce iç
balansımızı korumaktan bahsetmiştim. Hocanın dediğini yap gittiği yoldan gitme
gibi bir şey bu konu. Balansı korumak hiç kolay olmuyor. Hele ki şu murph denen
zat ne menem bir şeyse hep kapı arkasında görevinin start alacağı anı bekler
gibi. Son günlerde fazla mesai yapıyor. Arabanın camını temizlerken sileceğin
tam göz hizamda iz bırakması gibi konulara da el attı artık. Bunun üzerine hep
alışagelmiş bir şekilde kullandığımız murphy kuralları neymiş diye bir
araştırma yapayım dedim. Karşıma maddeli, düzenli bir kurallar silsilesi çıktı. Umarım hayatınız boyunca Murphy ile tanışmanız yalnız yere düşüp yuvarlanan şeyin en uzak noktaya gitmesi ile sınırlı kalır. Sevgiyle,...
Çıkış Noktası:
1917
Doğumlu Edward A. Murphy Jr. ABD Hava Kuvvetlerinde 1949’da roketler üzerine
deney yapan bir mühendis. İnsan üzerine ivmelenmenin etkilerini inceliyordu. Deneylerden biri pilot üzerinde 16 değişik noktaya
akselometre takılması gerekiyordu. Sensör bir yapıştırıcı ile ancak iki türlü
takılabiliyordu ve birisi 16 sensörün tamamını da yanlış takmayı becerdi. Bunun
üzerine Murphy, daha sonra kanun olarak nitelendirilecek ilk söylemlerini bir
basın toplantısında açıkladı. Bir kaç ay içinde "MURPHY’NİN KANUNLARI"
mühendislik sahasında çalışanlar arasında yayıldı ve 1958’de de Webster’in
sözlüğüne girdi.
İşte hepsi birbirinden sinir bozucu meşhur Murphy Kanunları:
2.
Hiçbir şey göründüğü kadar kolay değildir.
3.
Herşey düşündüğünüzden daha uzun sürer.
4.
Ne zaman birşey yapmaya kalkışırsanız, mutlaka öncelikle yapmanız gereken başka
birşey vardır.
5.
Birşeyler ters gideceğinden endişe ederseniz, ters gidecektir.
6.
Kestirme yol, iki nokta arasındaki en uzun mesafedir.
7.
Teneffüste zaman derstekinden daha hızlı akar.
8.
Hata yapma olasılığınız herzaman aynıdır.
9.
Aradığınız bir şeyi son baktığınız yerde bulursunuz.
10.
Bir şeyi en uygun fiyata satın alırken, ne kadar çok uzun araştırırsanız
araştırın, satın aldıktan sonra bir başka yerde daha ucuza satıldığını
keşfedersiniz.
11.
Parlemento faaliyette iken hiç kimsenin yaşamı, özgürlüğü ve mal varlığı
güvende değildir.
12.
Bir cihazı monte ettikten sonra, mutlaka birkaç civata artar.
13.
Demiryollarına bakarak trenin nereye gittiğini asla bilemessiniz.
14.
Bankadan kredi alırken, önce ihtiyacınız olmadığını ispatlamanız gerekir.
15.
Bir şeyi tamir ederken, düşündüğünüzden daha uzun sürer ve daha pahallıya mal
olur.
16.
Bekar birinin (kız/erkek) arkadaşı yoksa bir nedeni vardır.
17.
Size uygun birini bulduğunuzda, ya evlidir ya kız (erkek) arkadaşı vardır ya da
gay’dir.
18.
Bir şeyle fazla oynarsanız, onu bozarsınız.
19.
Bir şeyi yerleştirken sıkışırsa zorlayınız; kırılırsa zaten değiştirmeniz
gerekiyordu.
20.
Bozulan bir ev aletini tamirciye nesinin bozuk olduğunu gösterirken, mükemmel
bir şekilde çalışır.
21.
Pipo, akıllı bir adama düşünmek için süre tanır fakat akılsız için ağzına
sokuşturacağı bir şeyden ibarettir.
22.
Herkesin, fazla bir işe yaramayan, "nasıl zengin olunur?" formülleri
vardır.
23.
Çöpü dışarıya almanız gerektiğini, kapıcı çöpü aldıktan sonra hatırlarsınız.
24.
Bir tartışmada şüpheye düşerseniz mırıldanın, başınız derde girerse tartışmaya
başkanlık edin.
25.
Beyin x güzellik x medeni hali = sabit’tir. Bu sabit ise sıfır’dır.
26.
Hayata güzel olan herşey ya yasal değildir ya ahlaki değildir ya da kilo aldırıcıdır.
27.
Kolay kandırılanların paralarının kendilerinde kalmasını sağlamak ahlaken
yanlıştır.
28.
Bir kişinin size karşı beslediği sevgi duygusu, sizin onu ne kadar sevdiğinizle
ters orantılıdır.
29.
Eldeki bir kuş, tepenizdeki bir kuştan daha güvenlidir.
30.
Aşk, kalpte açılan bir deliktir.
31.
İyi kızlar (erkekler) ipi sonuncu olarak göğüslerler.
32.
Para, aşkı satın alamaz fakat sizi kesinlikle iyi bir pazarlık yapabilecek
konuma getirir.
33.
Murphy’nin altın kuralı: her kimin altını varsa kuralları o yapar.
34.
Tünelin ucundaki ışık, size doğru gelen bir trenin far’ıdır.
35.
Bekarlık ırsi değildir.
36.
Sizden daha çılgın biriyle arkadaş olmayınız.
37.
Güzellik yüzeyseldir ancak çirkinlik kemiğe kadar işler.
38.
Herkesi memnun etmeye çalışırsanız, kimse bundan hoşlanmaz.
39.
Yapılan hatalı bir hesaptan birden fazla kişi sorumlu ise, hiçbiri hata
yapmamıştır.
40.
Şüpheye düştüğünüzde, ikna edici olmaya çalışın.
41.
Mantık, güven içinde yanlış sonuçlara sistematik olarak ulaşmanızı sağlayan bir
metotdur.
42.
Bir uzman, daha az bilinen şeyleri daha çok bilen ve hiçbirşey hakkında tamamiyle
herşeyi bilen kişidir.
43.
Bir "kişiye masa boyalı, sakın değme!" derseniz, size inanmadan önce
mutlaka masaya dokunacaktır.
44.
Aşık olduklarında, akıllı bir adamla budala bir adam arasında hiç fark yoktur.
45.
Bütün bir dönem kusursuz çalışan hesap makinasının, matematik sınavında pili
biter.
46.
Bekarlık zamanın fonksiyonudur, ne zaman birini bulursanız, hemen bir başkası
dikkatinizi çeker.
47.
Büyük keşiflerin tümü hatalar sonucunda olmuştur.
48.
Toplantı, gündemin tartışıldığı ve saatlerin boşa harcandığı bir faaliyettir.
49.
Yeni sistemler yeni problemleri beraberinde getirir.
50.
Biz herhangi bir konunun yüzde birinin milyonda birini bile bilmiyoruz.
51.
Bir tasarım mühendisinin temel fonksiyonu üretici için onu imal etmeyi ve
tamirci için tamirini yapmayı zorlaştırmaktır.
52.
Okulun en zor dersinin sınavında, sınıfın en çekici (kızı/erkeği) yanınızda
oturmakla dikkatinizi dağıtır.
53.
Bir şeyi anlayamıyorsanız, içgüdüsel olarak doğrudur.
54.
Bir deney doğru sonuç veriyorsa, bir şeyler ters gitmiştir.
55.
Bir erkeği elde tutmanın yolu, onu bırakmamacasına sıkıca sarmalamaktır.
56.
Denediğiniz herşey başarısızlıkla sonuçlanıyorsa, kullanma kılavuzuna müracaat
ediniz.
57.
Ters gitmesi muhtemel bir kaç olasılık içinde en fazla hasar verebilecek
olasılık gerçekleşir.
58.
Piyangoda para kazandığınız gün, ölümünüze fazla kalmamıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)