Perşembe, Mart 14, 2013

Tıp Bayramı


14 MART....


Hekimliğe idealizmiyle ömrünü adamış  rahmetli babacığım Doktor Orhan Gülerman'ın nezdinde tüm hekimlerimizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. 





14 Mart 1827'de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle ilk cerrahhanenin, Şehzadebaşı'daki Tulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilir. Okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp Bayramı" olarak kutlanmaktadır.
İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart'ında işgal altındaki İstanbul'da gerçekleşmiştir.
1976'dan beri sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart'ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılmakta ve bu hafta Tıp Haftası olarak kabul edilmektedir. Dünyada da benzer kutlamalar, farklı tarihlerde yapılıyor. Örneğin ABD'de ameliyatlarda genel anestezinin ilk defa kullanıldığı 30 Mart 1842 tarihinin yıldönümü; Hindistan'da ünlü doktor Bindhan Chandra Roy'un doğum (ve aynı zamanda ölüm) yıldönümü olan 1 Temmuz günü "Doktorlar Günü" olarak kutlanır.

Eeee diyebilirsiniz şimdi bu bilgileri heryerden bulabilirdik. Doğru. Ama konuya bir giriş yapmak istedim. Akademik yönü budur. Tıp haftası da kutlanır. Ancak doktorlarımızın gerçekten kıymeti bilinir mi? Türkiye'de idealist doktor kesiminin pek de kıymetli olmadığını camianın içindekiler çok iyi bilirler. Şartlar, dönem değişti. Artık hastalarından önce hayat mücadelesine konsantre olmaları gerekiyor hekimlerimizin... Halbuki öyle mi olmalı? Yorumsuz...

Dün akşam 1960'lardaki Tıp Fakülteleri ile şimdilerin mezunlarından da bahsedildi. Tıp Fakültesi mezunlarının niceliği arttı ama ya niteliği? Peki ya deontoloji? Yorumsuz...
Devlet erkanı kutlama mesajları yayınlıyor. Ama kaçı bu mesajları kendisi yazıyor? Tamam tüm yöneticiler çok meşgul, ama kaçı bu mesajların altına imzalarını atarken gerçekten hissediyor?

Ülkemizde tıp fakültelerinden mezun olan doktorlarımız Hekimlik Andını okumaktadırlar. Hekimlik Andı, temelini ve özünü Hipokrat Yemini'nden almaktadır. Hipokrat Yemini, insan hayatının herşeyin üstünde olduğunun ilk defa bir metinde vurgulaması anlamında büyük önem taşır. Koşullar ne olursa olsun, insanlığın sonuna kadarda tıbbi etik açısından ideal tıp adamlarının nasıl olması gerektiğini tanımlar. Umarım hekimliğin  ne kadar yüce bir meslek olduğunu, Hekimlik andı ile hastalarına hizmete başlayan tüm hekimlerimiz ile bu sektörün eğitimci ve yöneticileri yüreklerinde her zaman taşırlar.

HEKİMLİK ANDI

Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, hayatımı insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum.

Hocalarıma saygı ve gönül borcumu her zaman koruyacağıma, sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime, hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma, benden hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma, hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime, meslektaşlarımı kardeş bileceğime, Din, Milliyet, Irk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime, İnsan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim.

HİPOKRAT YEMİNİ 

Hekim Apollon, Aesculapios, Hygeia ve Panacea adına, bütün Tanrılar ve Tanrıçaların şahitliğinde yemin ederim ki, aşağıdaki andımı kabiliyetim ve gücüm yettiğince yerine getireceğim. Bu sanatı bana öğreteni ebeveynim yerine koyacağım, hayatımı onunla paylaşacağım ve ihtiyacı olursa mallarımı onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşlerim gibi bakacağım, istedikleri taktirde bu sanatı onlara ücretsiz ya da yazılı bir söz almaksızın öğreteceğim, bilgilerimi oğullarıma, ustalarımın oğullarına, ve bu mesleğin kurallarını kabul edenlerden başka kimseye öğretmeyeceğim. Tedavi reçetelerimi kabiliyetim ve gücüm yettiğince hiçbir zaman birisine zarar vermek için değil, hastalarımın iyiliği için kullanacağım. Hiç kimseyi memnun etmek için ölümcül bir ilaç reçete etmeyeceğim gibi, ölümüne neden olabilecek bir tavsiyede dahi bulunmayacağım. Bir kadına düşük yaptıracak aletler vermeyeceğim. Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olduğu aşikar olanlar için bile kullanmayacağım, bu işi ehillerine bırakacağım. Gittiğim her eve sadece hastanın iyiliği için gireceğim, kendimi hastalık yapıcı etkenlerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun kadın ve erkeklerle aşkın hazlarından uzak tutacağım, sanatımın icrası esnasında ya da günlük hayatımda bana gelen ve yayılmaması gereken bilgileri sır olarak tutacağım ve hiçbir zaman açmayacağım. Bu andımı tuttuğum sürece, hayatım ve sanatımın icraası bana mutluluk versin, tüm insanlar tarafından her zaman saygı göreyim, eğer yeminimden dönersem bunun zıddı bana az gelsin.

Cuma, Mart 08, 2013

Dünya Emekçi Kadınlar Günü


Günaydın,
Öncelikle yaşamlarını topluma ve dünyaya bir değer katarak geçiren tüm kadınlarımızı bu anlamlı günde kutluyorum. Emeklerinize sağlık...  

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadın haklarının kazanılmasında, nerelerden başlandığını ve bugünlere nasıl gelindiğinin hatırlanması için özel bir gündür. Günümüzde 8 Mart, içi boşaltılmış biçimiyle de olsa, “Uluslararası Kadın Günü” olarak artık dünya ölçüsünde genel bir kabul görüyor. Bu nedenle, bugüne ait notları ve Antalya Büyükşehir Belediyesinin katkısıyla bu kapsamda hazırlanmış etkinlikleri paylaşmak isterim.  

TARİHÇE

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı. 26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi. 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda tarih 8 Mart, adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı.

ETKİNLİKLER

Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın sivil toplum örgütleri ile birlikte organize ettiği 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Kadınlar Günü’nde, Kadınlar Tiyatroyla Buluşuyor projesinde yer alan amatör tiyatrocu kadınlar, yeni oyunları “Çekiyorum Gülümseyin”i saat 14.00’de ABT Kültür Salonu’nda kadınlar için sahneleyecek. CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan’ın konuşmacı olarak katıldığı ‘Kadının Dünyadaki ve Türkiye’deki Yeri’ konulu konferans saat 16.00’da AKM’de düzenlenecek. Yavuz Özcan Parkı’nda ise Emekçi Kadınlardan El Emeği Kermesi gerçekleştirilecek.








Çarşamba, Ocak 09, 2013

YOGA'ya buyrun

Bu, öncelikle bir sohbet daveti ama burada yoganın gerçekten benim üzerinde yarattığı etkileri yazmak istiyorum. Sohbet daveti Bahar Kayahan ile Akademi Maestro'da. Ben iki hafta öncesine kadar pilates yapmış ve kesinlikle bedenimi en iyi emanet edeceğim spor dalının pilates olduğunu düşünüyordum. Aslında spor dalı dersek belki hala öyle. Ama yoğga bambaşka bir olgu. Olgu dedim çünkü adlandıramadım şimdilik başka türlü. Bedeninizi ve ruhunuzu disipline etme, özüne -doğaya- döndürme faaliyeti diyebiliriz...

Arkası yarın.... :)

Perşembe, Aralık 06, 2012

Akademi Maestro sizinle :)


Açıldık:)

Detaylar için:

ve 
Akademi Maestro Facebook sayfası...


Öğretmenevleri Mahallesi 460.sokak Olimpos Hastanesi yanı 66/1 Konyaaltı Antalya

0.242.229 2686


BEKLERİZ ...





Salı, Kasım 13, 2012

Akademi Maestro

Sevgili dostlar okulumuz nihayet açılıyor. Resmi açılışımızı eşimin de benim de doğum günümüz olan 1 Aralık 2012 de yapmayı düşünüyoruz. Davetiye duyurumuzu bilahare yapacağız.

Yüreğiyle, sevgisiyle, güler yüzüyle aramızda olmayı isteyen herkes davetlimizdir.


YER: ÖĞRETMENEVLERİ MAH. 460.SOKAK. NO:66/1 KONYAALTI ANTALYA

Salı, Eylül 25, 2012

Amsterdam günlüğü

Amsterdam....
Aşk Şehri, Kuzeyin Venediği ....

Amsterdam'a ithaf edilen birçok isim var. Hepsini de hakediyor. Gidilip görülesi bir şehir. Ağustos ayında eşim ve kızımla birlikte gittik. 5 gün kaldık. Pazartesi sabah gidiş cumartesi dönüş... Aslında amaç sadece gidip görelim ise 3 gün Amsterdam için yeterlidir. Ama biz tatil modunda gittiğimiz için 5 gün değil 15 gün bile kalsak sıkılmadan yer içer gezerdik. Tavsiye ederim...

O kadar kanal ve durgun suya bir şehir nasıl kokmaz? Şehir bölge planlamacılarına ve belediyesine sormak lazım. Şehirde vızır vızır kullanılan bisikletlere rağmen nasıl olur da araçlar bisikletlilerin - özellikle de bayanların - üzerine sürmez? Amsterdam tam bir bisiklet şehri. Sevgili Belediye Başkanımız Antalya'nın da bisiklet şehri olacağını belirtmiş, hatta konyaaltına bisiklet yolu bile yapıldı büyük sansasyonlarla.. Ama bir baktık ki kaldırımlara sarı bir çizgi çekilmiş. Hatta bazı yerlerde iki çizginin arasından ağaç, otobüs durağı bile geçiyor. Hatta bazı yerlerde çizgi bitiyor, aradan cadde geçiyor, sen canını kurtarıyorsun, sonra sağ kalırsan devam ediyorsun. Acaba daha birkaç fırın ekmek mi yememiz lazım o düzeye gelebilmek için? Aaaa bir dakika, ben sıkıntının kaynağını buldum. Atasözünde sıkıntı var. Bir fırın ekmek diyoruz ya, ekmekleri yiyip yiyip akıllanmayı beklerken hamur beyinli olup çıkıyoruz. İşte yaa, hata Atalarımızda. Yanlış söz söylemişler. - Oh suçu atacak birini yine bulduk-

Neyse Amsterdam gezimize ait notları iletmeye devam...

Şehirde gezerken dinlenebileceğiniz ara meydanlar var. Bunlardan en meşhuru, en büyüğü Dam Meydanı. Amsterdam’ın tam kalbindeki meydanda sürekli bir aktivite ve amatör gösteriler var. Gittiğimiz gün bir gösteri izledik. bayıldık...

Ayrıca Dam Meydanı tarihş kilise, müze vs. bölgelerine çok yakın. Ama bence kendinizi o tarafta bir otel bulalım diye kasmayın. çünkü Amsterdam çok büyük bir şehir değil. Ve her yere tramway ile rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz...

Bizim en cok beğendiğimiz meydan, Leidseplein oldu. Cıvıl cıvıl bir meydan, Dam Meydanına göre daha küçük ama çok keyifli.

Bu arada eğer donmaya niyetiniz yoksa "ice bar"a gitmenizi önermem. Bence aptalca birşey. 4 boyutlu film dedikleri aptal bir penguen filmi ile -10 derece yetmiyormuş gibi karşınızda tam gaz çalışan bir vantilatörden ibaret. O kadar donmuşken bir de zoraki eğlenme modu aman allahım ben ne yaptım dedirtecek ölçüde aptalcaydı...  :)

Red Light District 2013 te kapanıyormuş. O yüzden ana sokaktaki birçok yer kapanmış, han gibi aralardan girilen yerler açık kalmış. Bu sebeple olsa gerek ki orada aldığımız şehir turu haritalarında yer almıyordu. Eğer eski hareketliliği ve seviyesi olsaydı belki gidebilirdik ama zaten düşüncesinin bile rahatsız ettiği bir konu olması nedeni ile gitmemeyi tercih ettik.

Kanal Turu tamamen turistik ama keyifli bir organizasyon. değişik fotoğraflar çekebiliyorsunuz...

Ara sokaklarda gezin, bisiklet kiralayın, bol bol yürüyün... Akşamları da şehrin cıvıl cıvıl meydanlarına bırakın kendinizi.. Yani gerçekten orayı tanımak istiyorsanız koyun sürüsünü andırır tarzda turistik gezintilerdense bırakın kendinizi şehrin akışına o sizi taşır götürür doğru yere...


Devamı var (Fotoğraflar geliyor)  ... 


Pazartesi, Eylül 10, 2012

AMSTERDAM...


Pek Yakında...  :)

Savaş Çocukları için




SAVAŞ ÇOCUKLARI İÇİN PEDAL ÇEVİRİYORLAR

Ağustos ayı ortasında sıcak mı sacak bir Antalya günü spontan gelişen organizasyon zinciri sonucu evimizin kapılarını iki pırıl pırıl genç misafire açtık. Tom Nelson ve Phil Saunders. Antalya’da 2 gün konakladıktan sonra yollarına devam edeceklerdi. Peki kimdi bu gençler?

Tom Nelson ve Phil Saunders’ın 17 Mart 2012 de İngiltere’de başlayan hikayesini paylaşmak istiyorum. Çok ulvi bir amaç için uzun bir yola çıkıyorlar. “Savaş Çocukları”na yardım topluyorlar. Planları toplam 2 yıl içinde Dünyayı bisikletleri ile dolaşmak. Bu seyahatin içinde müziğin de yardımı ile insanları çocukların savaşlarla ne kadar kötü durumda bıraktıkları konusunda bilinçlendirmek yer alıyor.

Planlarına göre 30.000 km.nin üzerinde yol ve 26 ülke katedecekler.

İngiltere’de üniversiteyi bitirdikten sonra dünyanın yozlaşmış yapısına bir katkıda bulunmak isterken kendilerini bisikletleri ile dünya turuna çıkmak üzere bulan gerçek hayırseverler.  Sponsorları var yolculukları boyunca onlara destek veren. Yolculukları boyunca tanıştıkları insanların ve yolculuklarını takip eden insanlarla iletişim halinde kalabilmeleri için bir web sitesi oluşturmuşlar. www.daringdynamos.com

Belirlenmiş bir rota olmasına rağmen zorunlu nedenlerle değiştirdikleri rotalarını ilerledikçe işaretliyorlar harita üzerinde. Web sitelerinde ilginç video ve fotoğraflara yer vermişler. Gerçekten çok keyifle izleyebilirsiniz. Her ikisi de fotoğraf ve film çekmeyi seviyorlar. Amaçları tüm yolculuklarını video ve fotoğraflarla da belgelemek. Her uzun molalarında web sayfalarını revize ediyorlar.
30.000 km. pedal çevirirken bir yandan da ülkelerin müzikleri üzerine deneyimlerini geliştirmeyi hedefliyorlar. Müziğin paylaşılan bir sevgi olduğuna ve kültürel bağlar oluşturulacağını düşünüyorlar.
“İnanıyoruz ki müzik, yol boyunca bize çok kapı açacaktır.”
Gezinin asıl amacına gelirsek karşımıza çok etkileyici bir tablo çıkıyor. Çocuklar...  Savaş Çocukları... Devletler, büyük güçler savaşıyor ama düşünmüyorlar hiç bu arada tüm yakınlarını, yaşadıkları evlerini, okullarını yitiren o masum çocuklara ne oluyor? Hayat mücadelesine çok erken ve çok geriden başlıyorlar. Hem de ne koşullarla mücadele ederek. Tom Nelson ve Phil Saunders seyahatleri boyunca, savaşlarda çocukları kazanabilmek için Just Giving yardımı ile birikim yapıyorlar. http://www.justgiving.com/teams/daringdynamos adresinde yardımların nasıl toplanıp nereye gittiği anlatılıyor.
Maalesef üzücü gerçekler var.

·         5 yaşın altındaki 2.7 milyon çocuk Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki savaş nedeniyle öldüler.
·         Afganistan'da dünyaya gelen her 4 çocuktan biri 5 yaşından önce ölmektedir
·         2 milyon Iraklı çocuk 2003 yılından beri evlerini terk etmek zorunda kaldılar.
·         300.000 'den fazla çocuk şu anda dünyada savaşlarda savaşmak zorunda bırakılmaktadır.
Savaşları çocuklar başlatmıyor. Neden en çok zarar gören onlar oluyor! Evler, aileler, okullar ve toplumlar paramparça ediliyor. Bu çocukları savaşın etkilerinden  kurtarmak ve yeni bir hayat kurma şansı vermek gerekiyor. İşte Tom ve Phil de “War Child” – Savaş Çocukları uluslararası organizasyonu için pedal çeviriyorlar. Kongo, Afganistan, Afrika, Irak ve Uganda'da savaş mağduru çocukları hayata kazandırmak için gönüllülerden kurulu ekipler,  yerel yönetimlerin destekleri ile çalışıyorlar.

·         Okulların yeniden yapılması,
·         Cezaevlerindeki çocuklara hukuki yardım sağlanması,
·         Savaşın ardından evsiz kalan çocuklara yeni yuvalar kazandırılması,
·         Çocuklara psikolojik danışmanlık ve
·         Geleceklerini kurtarabilmek için meslek eğitimleri sağlanması...

Milyonlarca gönüllü çalışıyor bu konularda. Devlet büyüklerini çocuklara yatırım yapmaları konusunda ikna etmek için çözümler üretiyor, organizasyonlar yapıyorlar. Ve tüm bu çalışmalar, sanatçıların büyük destekleri ile birlikte yürüyor. www.warchild.org.uk

Savaş Çocukları Ve Müzik


Savaş Çocukları için Elton John’dan Pavarotti’ye, U2’ dan Boy George’a uzanan yelpazede
dünyada efsane olmuş müzisyenler biraraya gelip yardım çağrısında bulunuyorlar.

War Child efsanevi ilk albümü olan 'Yardım' ile Oasis, Blur, Radiohead, Massive Attack, Paul Weller, Noel Gallagher ve Sir Paul McCartney bir araya gelmiş ve daha resmi olarak yayımlanmadan en hızlı indirilen albüm rekoru kırmışlardır.

Bu ve benzeri organizasyonlar ile kendi istemi dışında savaş ortamında yer alan çocukların hayatları kurtarılmaya çalışılıyor. Aslında konu hayat kurtarma ve yeniden düzen kurma aşamasına gelmeden önce devletler ve milletler hırslarını masa üstünde çözüp, insanların barış içinde yaşamalarını sağlasalar, olmaz mı?

Güneydoğu’da yaşananları düşünüp kıssadan bir hisse çıkartabilecek miyiz sizce?

Sevgi ve barış dolu günlere...




Cuma, Ağustos 10, 2012

Savaş Çocukları - Daring Dynamos

"SAVAŞ ÇOCUKLARI" için 4,5 ay önce bisikletle İngiltere'den dünya turuna çıkan Tom Nelson ve Phil Saunders'ın öyküleri ...

Okumaya doyamayacaksınız hatta onlara katılmak isteyeceksiniz...


 

Have a good vacation Tom & Phil... Take care of you. :)


Perşembe, Ağustos 09, 2012

KARGA



"Besle kargayı oysun gözünü" sözne inanmayan var mı? Varsa inansın.

Bir minik kuşu alıyorsunuz. Soğukta kalmış üşümüş, ötecek hali bile kalmamış sesi çıkmıyor. Alıp besliyor, sevgi şefkat gösteriyorsunuz. Tüylerini tarayıp bakıyorsunuz. Sonra büyüyor bakıyorsunuz ki o bir karga olmuş. Olsun diyorsunuz o karga da olsa beni sever, bişey yapmaz. Afedersiniz ama çok yapmaz. büyüyünce mutlaka bir yerinizden oyacaktır. O da atalarımızı yalancı çıkartmamak için muhtemelen gözünüz olacaktır....

Sevgiyle, dostlukla kalın.





Salı, Ağustos 07, 2012

KAŞ Gezi Notları

Dostlarım,
Hafta sonu ailece Kaş'a gittik. 2 günlük Kaş tatili sanki 2 hafta gibi dinlendirdi. Çok seviyoruz. Sevilmeyecek gibi değil ki, bir kez Antalya'dan Cuma akşamüzeri haftanın temposunu ardımızda bırakıp yolda giderken önce çam ormanlarının kokusu ardından Finike'yi geçtikten sonra dağlardaki serinlikle birlikte o mistik koku karışımı... Kekik, biberiye ve daha bilmediğimiz yüzlerce bitkinin karışımı insanın için ferahlatıyor. Tabii Antalya'nın neminden de kurtulunca klimalar kapatılıp camlar açılıyor. Hepi topu 2,5 saat kadar süren yolculuğun ardından güzel bir panaroma sizi bekliyor. Hele günbatımı saatinde vardıysanız Kaş'a manzarayı seyretmeden aşağı inmeyin derim. 2 dakika mola... Temiz tertemiz pansiyonlar ve küçük oteller var. Daha önce konaklamak için Çukurbağ Yarımadasını tercih ediyorduk. Bu kez doğrudan küçük çakıl tarafına gittik. Görmeyenler için anlatayım. Kaş'ta bir küçük çakıl plajı, bir de büyük çakıl vardı eskiden. Küçük çakıl görmeye değer küçücük bir plaj. Olmadı küçücük, büyük kaldı minnacık demek daha doğru. 5 kişi yanyana durursanız yanınızdan 6. kişi gelip de denize giremez :)))


Neyse, küçük çakıldaki plajın adı ile mütenasip pansiyon odamıza yerleştikten sonra plajın hemen yan tarafına kayalıklar üzerine kurulu Çınarlar Beach'e indik ve hemen o muhteşem soğuk suya kendimizi bıraktık. Bir dalıp çıktık, sonra doğru merkeze. Kaliteli turist profili hiç değişmeyen Kaş, nasıl oluyorsa bazı kesimleri içinde eritip yıllardır o kalitesini korumaya devam etti.  
  
Biraz dolaştıktan sonra yokuşlu dar sokaklarında istikamet Blue House Restaurant. Adı büyük bir yer mi çağrıştırıyor bilmiyorum ama 7-8 masalık bir butik restaurant. Dünya tatlısı bir işletmecisi ve iki personeli, çiçek gibi işletiyor. Herşey kaliteli ve son derece lezzetli. Gözünüzün önünde özenle hazırlanıyor tabaklarınız. güler yüzlü hizmet de kreması. Cuma akşamı gitmek yetmiyor, ertesi günü farklı tadları da deneyebilmek için yine gidiyorsunuz.
Yıllardır minik bir cafe ya da restaurant işletmek isterim. Salon salomanje tarzı koltuklarında oturup da mutfağı seyrederken iştahım daha da bir kabardı. Az kaldı az... 

Cumartesi ve Pazar günü Çınarlar beach sabit adres oluyor. Deniz sakin, temiz, minik balıklar discovery dalışları ya da sadece şnorkel için çok uygun, su serin hatta bazı yerlerde tatlı su akıntıları nedeniyle soğuk... Ortam güzel, müzik hafif. Servis güzel, yemekler bol kepçe ve lezzetli... Ateş isteyenlere ücretsiz olarak verdikleri Türk Bayraklı ve Atatürk'lü çakmaklar da ayrı bir düşünce güzelliği.

İki gün, iki hafta gibi dolu dolu geçti ve en son pazar akşamı da saat 7de bir kısa dalış yapıp yola koyulduk. Tepedeki panaromik manzarada Kaş'a en kısa zamanda tekrar görüşmek üzere veda ettik.

Nacizane tavsiyemdir. Kaş'ı görmeden, sokaklarını gezmeden, küçük (:)) çakılda denize girmeden yazı bitirmeyin.

MUTLULUK

Abidin Dino mutluluğun resmini çizmiş, bir baba da mutluluğun fotoğrafını çekmiş...


Perşembe, Haziran 28, 2012

CARMEN

Alttaki 2 kayıtta verdiğim 2 perdelik Carmen Opera

Carmen sub Español 

Orquesta y coros metropolitan opera

Metropolitan Opera farkı ile izleyin..

kısaca
ŞAHANE ...

Carmen: Elina Garanca : Carmen işte böyle olunur diyor...


Carmen sub Español 2/2

Carmen sub Español 1/2

Bizet - Carmen (von Karajan).

Bizet - Carmen (von Karajan)



Carmen Operayı da ANTDOB tarafından sahneye konmuş olan Bale versiyonunu da çok seviyorum. Defalarca defalarca izleyebilir, dinleyebilirim...

İzlerseniz, Karajan yönetimindeki orkestranın müziği ile çok keyifli ...
Gerçi Carmen'in sesinin güzelliğinin yanında kişiliğinin getirdiği seksapelite ve fettanlık biraz eksik kalmış ama olsun yine de izlemeye değer bir temsil.

Pazartesi, Haziran 25, 2012

Ankara Kalesi ve Pirinç Han

 
Geçen hafta 3 günlüğüne Ankara'ya gittik. Ne zamandır özleşmiştik oraları artık sayıkama halini almıştı durum. 3 günün iki günü çıkamadık kalenin sokaklarından ve Pirinç Han'dan.


Kahvelerimizi yudumladık Cem Karaca'nın albümlerini dinleyerek, yüzükler aldık gelenek olduğu üzere... 
Kedileri sevdik. 
O eskici dükkanlarının kendine has koku ve ruhu olan mobilyalarının üstünde sereserpe uzanmış,
Ben buranın ev sahibiyim dercesine...
 


Tarihimize ve kültürümüze sahip çıkmamız gerektiği üzerine satıcılarımızın her biri ile sohbet ederek ve kaleyi uzun yıllardır yaşayan biz, zamanında oralarda gerçekten yaşamış, arkadaşları ile gençkızlığında sokaklarında sohbet etmiş annemiz ve tüm bu yaşanmışlığın arasında inanılmaz mutlu olan sevgili Piti ile birlikte yüzümüz dopdolu gülümseme ile ayrıldık.


Tekrar buluşmak üzere dostlar, kaleye iyi bakın:)


Üreten Çocuk mu, Tüketen Çocuk mu?

Kaç çocuk yaz tatilinde çalışarak ailesine destek olmak ve boş boş evde oturmak yerine birşeyler öğrenmek, birşeyler üretmek istiyor?

Çevrenizde bu taleple karnesini almış çocuk varsa onu hayata ve kendine karşı duyduğu bu sorumluluk duygusu nedeniyle tebrik etmenizi rica ediyorum. Tüketici bir toplum olduk, çocuklarımız ise sadece almayı ve istemeyi bilir oldular. Eskiden iyi durumdaki memur aileleri aman efendim bilmemkimlerin çocuğu neden o yaşta çalışıyor derlerdi. Çalışabilmek zordu. Benim başıma bile gelmişti. Lise çağlarımda çalışmak istediğimde yapabileceğim işler de kısıtlı olduğu için ebeveynlerim değil ama bazı yakın akrabalarımız itiraz etmişlerdi. Annemler de hemen hazırlarmış ki suya düşmüştü çalışma isteğim. Halbuki hayatı daha o noktada tanımaya başlasaydım, üniversite bitip de uzman olduğum alanda çalışırken sadece kendi işime konsantre olur insanları tanımak için debelenmezdim... Hoş insanları tanıyabilmek de ayrı bir meziyet ya o konuya şimdi girmeyeyim konuyu dağıtmayayım.

Şimdi etrafıma bakıyorum genelde yaz aylarında veliler çocuklarına yaz okulları araştırıyorlar. Birsürü paralar veriliyor, çocuklar sersefil o yaz okulu denen karmaşada telef oluyorlar. Ama çocuğum çalışmak istiyor ya da biz onun kısa bir süre de olsa çalışmasını, hayatı tanımasını istiyoruz dediğimizde tuhaf karşılanıyor. Bu da insanı çelişkiye düşürüyor. Ah yine geldik takıldık toplum ile benliğimiz arasındaki balans konusuna. İstiyoruz ki çocuğumuz hayatı tanıyarak büyüsün. Ama bir yandan da kış aylarının yoğun temposundan sonra dinlensin. Öte yandan çevremiz de aman dinlensin çocuk derken, çalışsın tabi yaa diyenler de olmuyor değil ... tam biz ne yapsak derkeeeen, bir bakıyoruz ki bizim küçük hanım tatil moduna girip gevşeyivermiş...

Ne dersiniz??
 
Rus tarihsel operaları arasında en iyilerden biridir Prens İgor. Bugün konserlerde ayrı bir parça olarak da çalınan ve Borodin’in en tanınan eseri olan ‘Poloveç Dansları’ bu opera içinde yer alır. Maalesef Prens İgor'un Borodin tarafından bestelenmesi yarım kalmış ve bestecinin ölümünden sonra Rimsky-Korsakov ile Alexander Glazunov tarafından tamamlanmıştır.

Aynı zamanda kimyacı olan Borodin'in, ilginç bir yaşam öyküsü var.1833’de St.Petersburg’da Luka Semyonovich Gedeanishvili adında bir Gürcü prensin gayrimeşru oğlu olarak doğmuş. Babası onu kendi yerine, serflerinden Porfiry Borodin’in evladı olarak kaydettirmiş. Piyano derslerini de kapsayan iyi bir eğitim almış. Erken yaşta hem bilim hem de müzikte yetenek göstermiş. Daha sonraları her iki alanda yoğun bir yaşam sürdürmüş ve 54 yaşında katılığı bir balo sırasında ani bir kalp krizi sonucu yaşama veda etmiş.

“Prens İgor” Operası; aşk, kıskançlık, savaş, haksızlık ve vefasızlığın muhteşem armonisi olarak değerlendirilmiş müzik çevrelerince. Aleksandr Porfiriy Borodin’in doyumsuz müziği eşliğinde: Poloveç hükümdarı Konçak Han’a esir düşen Prens İgor’un başından geçenler izlenir. Özellikle, tutsak prens onuruna verilen şölende sergilenen Poloveç ve Peçenek dansları büyüleyicidir.


Prens İgor, Türkiye de ilk kez 31 Mart 1993 tarihinde Ankara’da sahnelenmiş. Bir Rus Klasiği olan "Prens İgor" Operası, 2003 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nce de sahnelenmiş.


En sağlıklı bilgiyi aldığım kaynak:

http://begonvilliev.blogspot.com/2009/05/en-sevdiklerimden-prens-igor-alexander.html

Bol müzikli günler...

Borodin: Prince Igor Polovtsian dances (Kochanovsky)

Deriner Dam(Artvin, Turkey) - Build it Bigger



Salı, Mayıs 22, 2012

"Zamane Ebeveyni"

Selam,
Zamane ebeveyni terimini duymuşmuydunuz hiç? Bu sabah kızım söyleyince çok eğlenceli geldi kulağıma.  Sonra düşündüm zamane ebeveyni nasıl olur ki? Arkadaşlarımı düşündüm özellikle aynı yaşlarda yani ergenlik- gergenlik arasında gidip gelen çocukları olanları... Birkaç gurp oluşuverdi zihnimde.

*Hala çocuklarına sen sus anlamazsın diyerek bir yere varabileceklerini düşünenler, hatta hiç bir şeyi düşünmeyenler,
* Anne-babasından aldığı öğretileri yeni dünya şartları ile harmanlayıp sürdürmeye çalışanlar,
* Zamanın şartlarına ve akıllı zamane çocuklarına karşı teslim bayrağı açmış olanlar...

Siz hangi gruba giriyorsunuz? Kölelik? Tersine kölelik? Demokratik?

Bu konularda bilimsel birçok kitap ve uzman var. Onlarla aşık atmak bana düşmez ben sadece çevreden gözlemlediğim örnekleri paylaşmak istiyorum. Kıssa ve hisse konusu yine size kalıyor.

"Ya ne yaparsak yapalım o kendi bildiğini okuyor. Napiim ağladı zırladı kabul ettirdi yine!" ??  Ah acaba siz bu noktada kolaya kaçmış olabilir misiniz? Mücadele etmek ve hatta biraz da otoriter olmak gerekmez mi? Bebeklikten başlıyorlar ebeveynleri idare etmeye. Uyutmak istersiniz, ağlar, bağırır kendini kucağa aldırır susar. Neymiş? Demek ki sadece kucak mış derdi. İki seçim, ya durumu idrak eder yatağına geri bırakırsınız ( ama sakince..) ya da teslim bayrağını açar ömrünüzün bundan sonraki bölümünde onu hep kucağınızda taşırsınız. Ha bizim kültürümüzde söz dinletemediğimiz anneanne ve babaanne faktörünü devre dışı tutuyorum. Çünkü bazen siz çocuğunuzu herşeye alıştırmışken bir bakarsınız büyükleriniz ile geçirilen üçbeş gün sonunda hepsi yerle bir olmuş...
Bu noktada ister gülün ister ağlayın :) Tersine köleliğin temelleri böylelikle daha bebekken atılıyor. Birileri otoriteyi deliyor. DİKKAT !

Otorite demişken hala çocuklarına sen sus otur anlamazsın diyen aileler de yok değil. Ama genelde onlar kırsal kesimlerde kaldı. Artık bilgisayar çocuklarını susturmak o kadar da kolay değil. En faz herşeyine izin verilir verilir sonra biri gelir iki çarpar oturtur. Ki bu en istemediğimiz ve hoşlanmadığımız durum. DİKKAT!

Şiddetle bir şey öğretilmez. Şiddete başvurmak ise insanın zayıflığını gösterir bir noktada, hatta kendine olan kızgınlığı da önemli bir paya sahiptir. Topluma gerekli kültürü, kültürel sosyal altyapıyı sağlamazsanız onlardan alacağınız geri bildirim de o ölçüde olacaktır. Koyun isterseniz o ayrı. Evet beyinlerini boş bırakın ki istediğiniz tarafa güdüleyebilesiniz. Tıpkı ezbere yaşamaktaki konu gibi...
Neyse bu, daha derin bir konu...

Demokrat yapı, aile içindeki huzurun çocuğa haklarını ve sınırlarını net olarak yansıtılması ile oluşuyor. Huzur, saygı çok önemli. Ebeveynler sadece kendilerini düşünmemeli, hayata karşı yaşadıkları zorlukların acısını çocuklarından çıkartmamalı. Hayat bizim için ne kadar zor ise onlar için de o kadar zor. Biz çocukluğumuzu bahçemizde sokağımızda bol oksijenli geçirdik. Okula yürüyerek gittik. Daha sade daha mutluyduk. Şimdi çocuklar günlerini bilgisayar ya da televizyon başında neredeyse evlere hapis geçiriyorlar. Enerjilerini deşarj etmeleri gerekirken o kurs senin bu kurs benim bir kısır döngü yaşıyorlar. Birşeyleri paylaşmak, sohbet etmek, ailece bir aktivite içinde olmak neredeyse imkansız hale geliyor.

Ben derim ki, bizden daha bilinçli, daha akıllı oldukları aşikar olan çocuklarımız ile konuşarak onların sınırlarını net çizelim. Çizelim ki onlar da hangi eylemlerinin bizi kızdıracağını, hangilerini ise toleransla karşılayabileceğimizi bilsinler. Onlarla açık havada kaliteli ve keyifli vakit geçirelim.

Sevgiyle,

   



 

Çarşamba, Mayıs 16, 2012

Puccini- Turandot (1998) - Third act

Puccini- Turandot (1998) - First and second act

ASPENDOS / TURANDOT


19.Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, 14 Haziran 2012 Perşembe akşamı, saat 21:00'de "Operaların Şahı" yorumunu paylaşabileceğim "Turandot" ile açılış yapıyor. Puccini'nin bu 3 perdelik dev eserin librettosu giuseppe adami ve renato simoni tarafindan kaleme alinmis, kendisinin ve belki de opera tarihinin en güzel yapıtlarından biri. İtalyan besteci bir Uzakdoğu hayranı olmanın ötesinde insanlarını da çok iyi özümsemiştir. Bu da eserlerine fazlasıyla yansımaktadır. Ayrıca 20.yy klasik müzik temalarını da esere taşıması, Turandot, Puccini’nin ölümünden 1 yıl kadar sonra sahnelenir. Son perdenin birinci sahnesinden sonrası, notlarından yararlanılarak arkadaşı Franco Alfano tarafından tamamlanır. 25 nisan 1926'da Milano La Scala Operasi’nda ilk sergilenişi esnasında ünlü orkestra şefi Arturo Toscanini, tam o anda performansı durdurarak seyirciyi bir süre sessizliğe davet ettikten sonra eseri tamamlamıştır. Birinci perdenin sonuna dogru Calaf’ın "non piangere, liu!" (aglama liu!) diye başlayan aryası, müzik tarihinin en görkemli anlarını yaşadığınızı hissettirecektir. Ayrıca Maria Callas’tan http://www.youtube.com/watch?v=4B2fHjqLvmE&feature=fvwrel  kaydını dinlemenizi öneririm.

Hikaye, Çin Prensesi Turandot'un kendisi ile evlenecek kişiyi seçmek için sorduğu ve başarısız olmaları halinde cezasının ölüm olduğu bilmeceleri Calaf’ın doğru yanıtlaması üzerine kurgulanmıştır. İşte meşhur bilmeceler:

Gecenin gelmesi ile ortaya çıkan, kanatlı hayalete benzeyen, güneşin doğmasıyla kaybolan şey nedir?
* UMUT
Aleve benzeyen, ölüm yaklaşinca akan, zafer ihtirasini doruğa çıkaran, gün batımı renkli şey nedir?
* KAN
Hem buz, hem ateş olup, özgürlükten köleliğe sürükleyen, tutsaktan kral yaratan kimdir?
* TURANDOT

İzmir Devlet Opera ve Balesi ekibine, Orkestra Şefi’ne ve büyük bir ciddiyetle bu ekibe eşlik etmek üzere aralarında sahne alacak, Antalya Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu’na başarılar…